''bir millet sanat ve sanatkardan mahrum ise tam bir hayata malik olmaz'' bu sözde ne anlatılmak istiyor ve konunyla ilgili resim bulup nasıl yapıyım fikirlerin isterim

BULANA 20 PUAN VBE DAHA İYİ YAPRSAN 30 PUAN VERERİMN

 



Sagot :

 

Sanata Bakış Açısı

Ankara'da (1934)

Atatürk, Türk milletinin manevi ihtiyaçlarının da karşılanması gerektiğini biliyor ve bu nedenle kültürel kalkınmaya büyük önem veriyordu. Atatürk, Türk kültür ve sanatını dünyaya tanıtmak için çok çalıştı. Bu konuda araştırmalar yapılmasını, sergiler açılmasını ve kültürle ilgili kongreler düzenlenmesini teşvik etti. Sanat ve sanatçılar hakkında takdir ve teşvik edici sözler söyledi. Bunlardan bazıları: "Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.", "Hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz, fakat bir sanatkar olamazsınız.", "Bir millet, sanat ve sanatkardan mahrum ise tam bir hayata malik olamaz.". Atatürk, sanatçı yetiştiren kurumlar açtı. Çağdaş Türk sanatını geliştirmek amacıyla Avrupa'ya resim, heykel ve müzik öğrenimi için gençler gönderdi. Bu durum, onun sanata ve sanatçıya ne kadar önem verdiğini gösterir.

Büyük Atatürk’ün aramızdan ayrılmasının üzerinden bir yarım asır geçmiş bulunuyor. O’nu her 10 Kasım’da yurdun her yerinde andık, bundan böyle de anacağız. Bildiğiniz gibi bu yıl anma şekillerinde değişiklik yapılmış ve yas üslubunun terkine karar verilmiş bulunuyor.

 

Atatürkçülüğü statik bir kavram olarak değil, dinamik bir ideal olarak almak ve yaşatmak lâzımdır. Bu nedenle anma günlerinin amacı, yalnızca anıp, saygı gösterip kaybından dolayı acıları tazelemek değil, O’nu daha iyi anlayıp anlatmak, O’nun fikirlerini gelen günün yeni koşullarına adapte edip O’nun idealine ulaşmaya çalışmak olmalıdır.

Atatürk’ün ideali, Türk milletini medenî ve müreffeh bir millet olarak yükseltmek, kendi deyimiyle “muasır medeniyetler seviyesine çıkarmaktır”. Bunun için bilim ve teknolojide ilerlemenin yanında hiç kuşkusuz sanat ve kültürde de ilerleme gerekmektedir. Atatürk, “muasır medeniyetler” derken, Batı’yı kastetmiştir. I. Dünya Savaşında büyük bir kesimiyle pençe pençeye savaştığı Batı’yı, Mehmetçiğin süngüleriyle denize döktüğü Yunan askerlerinin Anadolu’ya çıkmasına ve müteakiben yayılmasına yalnızca seyirci kalan değil, arka çıkan Batıyı, I. Dünya Harbinde ölen İngiliz şair Rupert Brooke’un dediği gibi, bir haçlı seferi ruhu ile İstanbul’u Türklerden almak için geldikleri bu diyardan, bileğini bükemedikleri Türk’ün ay yıldızlı bayrağını selâmlayarak, gemilerine binip giden Batı’yı. Atatürk bu yönelişi şöyle yorumlar: “Doğu’nun uygarlık anlayışı, maddî, manevî dünya olaylarını din görüşüyle değerlendiriyordu bu uygarlık kavramı yaşadıkça, kalkınma ve refah sağlanamaz …, Uygarlığa girmeyi arzu-layıp Batı’ya yönelmemiş bir ulus gösterilemez”.

İşte burada, Büyük Önder’in gerçekçi yönü, duygu ve düşünceyi biri-birine karıştırmayan yönü kendini göstermekte, Batı dünyasının son birkaç yüzyıl içinde gösterdiği aşamayı, Doğu toplumlarıyla oranlayarak yöntem olarak Batı’ya yönelmek zorunluluğunu görebilmektedir.

İnsan topluluklarını toplum yapan öğelerin başında, kültür ve sanatın geldiği hepimizin bildiği bir gerçektir. Bunun için de eğitim ve öğretim şarttır. Atatürk bu konuda “memleketimizi, toplumumuzu hakikat hedefine, saadet hedefine ulaştırmak için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin istikbalini yoğuran irfan ordusu … Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, muharebe meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, bunun meyvaları yok olmaya mahkûmdur. Zaferlerin sürekli neticeler vermesi ancak irfan ordusu ile mümkündür”, demektedir. İşte Atatürk, yöntem olarak Batı’ya yönelik bir irfan ordusu oluşturmak ihtiyacını görmüş ve bu amaçla, uygun gördüğü bilim ve sanat kurumlarını kurma çabası içine girerken, sanatı, bir milleti yaşatacak temellerden biri olarak göstermiş, sanattan, sanatkardan mahrum bir milletin tam bir hayata malik olamayacağına işaret etmiş ve “Sanatsız kalmış bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” vecizesiyle görüşlerini özetlemiştir.

Yukarıda değindiğimiz Batı’ya yönelme, sanat kurumlarında, özellikle sanat eğitim ve öğretim kurumlarında, hemen Cumhuriyet’i izleyen yıllarda, meyvelerini vermeye başlamıştır.

1883 yılında kurulan, Türkiye’nin ilk sanat öğretimi kurumu Sanayi-i Nefise Mektebi, 1924 yılında mimarlık, resim ve heykel bölümlerinin yanına, tezyini sanatlar bölümünün eklenmesiyle gelişiyor ve 1926’da Üniversitemizin bugünkü merkez binası olan Fındıklı’daki Çifte Saraylar’a yerleşiyordu. Atatürk Güzel Sanatlarla ilgili konuşmalarından birinde: “İnsanlar mütekamil olmak için bazı şeylere muhtaçtır. Bir millet ki resim yapamaz, bir millet ki fennin icap ettiği şeyleri yapamaz, itiraf etmelidir ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.” diyecek kadar bu konuya önem veriyor ve “… Türk milletinin tarihî bir vasfı da güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir… Bunun içindir ki milletimizin güzel sanatlara sevgisini mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür.” sözleriyle icraatının gerekçesini belirliyordu. Gene Atatürk’çe “Dünyada uygar, ilerlemiş ve gelişmiş olmak isteyen herhangi bir millet kesinlikle heykel yapacak ve heykeltıraş yetiştirecekti.” Atatürk heykel konusu üzerinde özellikle duruyor ve bazı çevrelerdeki tutuculuğa karşı tutumunu da böylece belli ediyordu. Bu yıllarda, yurt dışına heykeltıraş yetiştirmek üzere gençler gönderilirken, bir yandan da yurtdışından Kanonika, Krippel, Hanak gibi sanatçılar, Cumhuriyetimizin ilk anıtlarını yapmak üzere Türkiye’ye davet ediliyorlardı. Daha 1927’de resim ve heykel sergileri açılmaya başlamıştı. Nihayet 1937’de Atatürk’ün direktifi ile Güzel Sanatlar Akademisi’ne bağlı olarak Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi’nde Resim ve Heykel Müzesi kuruldu. Ve açılışı bizzat Büyük Önder tarafından, şu anda içinde bulunduğumuz bu salonda gerçekleştirildi.

Cumhuriyetin getirdiği en önemli sanat olaylarından biri de Musikî Muallim Mektebinin Konvservatuara dönüştürülmesidir. Atatürk 1934 yılında Büyük Millet Meclisi’ni açış konuşmasında aynen şunları söyler: “Arkadaşlar, güzel sanatların hepsinde ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu yapılmaktadır. Ancak bana kalırsa bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan, Türk musikisidir. Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.”