Sagot :
can 8 yaşında bir çocuktu. zaman zaman etrafındaki nesnelerle konuştuğunu hayal ederdi. onlardan birşeyler öğrendiğini düşünürdü.
bir gün aynanın karşısında kendine bakarken gözünü düşündü ve konuşmaya başladı:
- nasıl görüyorsun, dedi.
göz cevap verdi:
- gördüğün renkli kısımda, görmemi sağlayan özel bir tür cam gibi bir yapı var. bu yapıyı sen görmüyorsun. bu yapı sayesinde gördüğüm her görüntüyü senin beynine iletiyorum. beynin bunu anlıyor ve sana gördüğüm şeyin ne olduğunu söylüyor.
derken kulak lafa karıştı:
- bende görünmeyen yapılara sahibim. çok çok küçük kemikler var yapımda. onlar titreşiyor ve duyduğum şeyi beynine iletiyorum. beyninde sana ne duyduğumu söylüyor. böylece sen duymuş oluyorsun.
can'ın merakı daha da artmıştı. beynin bütün bilgileri toplayan bir tür memur gibi düşünmeye başladı. tam soracaktı ki göz
- kafanın içinde beyin denen ve pekçok bilgiyi depolayan, toplayan bir merkez var. bu, senin kalbin kadar önemli bir organın. onun sayesinde konuşabiliyor, yürüyebiliyor, koşabiliyor, tadabiliyorsun...
dedi ve bu esnada dil araya girdi:
- evet, beyin sayesinde tattığını algılayabiliyorsun. ama iş öncelikle benle başlıyor. ben üzerimde bulunduğum dokularla ağzına koyduğun nesnenin acı-tatlı, ekşi-tuzlu vb olup olmadığını anladıktan sonra bu bilgiyi beynine gönderiyorum. ve bu sayede sen tattığın, yediğin şeyi anlayabiliyorsun.
dedi. bunu duyan deri hemen konuşmaya katıldı:
- aynı şekilde benim üzerimde yer alan sinirler, derine değen şeyin ne olduğunu anlamana yardımcı oluyor ve mesela eline iğne battığında bunun acısını bu şekilde anlayabiliyorsun
dedi. can çok eğleniyordu. şu kısacık konuşmalardan neler öğrenmişti böyle. beyin denen organın duyu organlarıyla algılanan şeyleri anlamlandırdığını, beyin sayesinde gördüğü, duyduğu, hissettiği ve tattığı şeyleri anlayabildiğini kavramıştı. derken burnuna çok güzel bir çiçek kokusu geldi. odasının penceresi açıktı ve dışarıya baktığında yağan yağmurun ıslattığı toprağı gördü. toprağın kokusunu içine çekerken burnu sözü aldı:
- içimdeki kıllar sayesinde havayı içime çekerim. bu kıllar içime çektiğim havadaki toz ve mikropları tutarken yine üzerimde bulunan sinirlerle aldığım kokuyu tanımlarım. tanımladığım kokuyu doğrudan beyne iletirim ve beyin benim algıladığım kokunun ne olduğunu sana bildirir.
can çok mutlu olmuştu. şu hayali kısa konuşmasında pekçok şeyi öğrenmiş olmanın huzurunu yaşıyordu.
:)))
bir gün aynanın karşısında kendine bakarken gözünü düşündü ve konuşmaya başladı:
- nasıl görüyorsun, dedi.
göz cevap verdi:
- gördüğün renkli kısımda, görmemi sağlayan özel bir tür cam gibi bir yapı var. bu yapıyı sen görmüyorsun. bu yapı sayesinde gördüğüm her görüntüyü senin beynine iletiyorum. beynin bunu anlıyor ve sana gördüğüm şeyin ne olduğunu söylüyor.
derken kulak lafa karıştı:
- bende görünmeyen yapılara sahibim. çok çok küçük kemikler var yapımda. onlar titreşiyor ve duyduğum şeyi beynine iletiyorum. beyninde sana ne duyduğumu söylüyor. böylece sen duymuş oluyorsun.
can'ın merakı daha da artmıştı. beynin bütün bilgileri toplayan bir tür memur gibi düşünmeye başladı. tam soracaktı ki göz
- kafanın içinde beyin denen ve pekçok bilgiyi depolayan, toplayan bir merkez var. bu, senin kalbin kadar önemli bir organın. onun sayesinde konuşabiliyor, yürüyebiliyor, koşabiliyor, tadabiliyorsun...
dedi ve bu esnada dil araya girdi:
- evet, beyin sayesinde tattığını algılayabiliyorsun. ama iş öncelikle benle başlıyor. ben üzerimde bulunduğum dokularla ağzına koyduğun nesnenin acı-tatlı, ekşi-tuzlu vb olup olmadığını anladıktan sonra bu bilgiyi beynine gönderiyorum. ve bu sayede sen tattığın, yediğin şeyi anlayabiliyorsun.
dedi. bunu duyan deri hemen konuşmaya katıldı:
- aynı şekilde benim üzerimde yer alan sinirler, derine değen şeyin ne olduğunu anlamana yardımcı oluyor ve mesela eline iğne battığında bunun acısını bu şekilde anlayabiliyorsun
dedi. can çok eğleniyordu. şu kısacık konuşmalardan neler öğrenmişti böyle. beyin denen organın duyu organlarıyla algılanan şeyleri anlamlandırdığını, beyin sayesinde gördüğü, duyduğu, hissettiği ve tattığı şeyleri anlayabildiğini kavramıştı. derken burnuna çok güzel bir çiçek kokusu geldi. odasının penceresi açıktı ve dışarıya baktığında yağan yağmurun ıslattığı toprağı gördü. toprağın kokusunu içine çekerken burnu sözü aldı:
- içimdeki kıllar sayesinde havayı içime çekerim. bu kıllar içime çektiğim havadaki toz ve mikropları tutarken yine üzerimde bulunan sinirlerle aldığım kokuyu tanımlarım. tanımladığım kokuyu doğrudan beyne iletirim ve beyin benim algıladığım kokunun ne olduğunu sana bildirir.
can çok mutlu olmuştu. şu hayali kısa konuşmasında pekçok şeyi öğrenmiş olmanın huzurunu yaşıyordu.
:)))
Thank you for visiting our website wich cover about Mantık. We hope the information provided has been useful to you. Feel free to contact us if you have any questions or need further assistance. See you next time and dont miss to bookmark.