uyak çeşitleri ve her uyağa ait şiir örnekleri uyaklar anlatımlı olsun ve çok acil kısa kısaa yazmayın link yollamayın şikayet ederim vallaha



Sagot :

REDİF:

Redifi, kafiye olmadığı halde kafiye bilgilerinin başı­na alışımızdaki neden, hemen hemen her çeşit kafiyeyle birlikte bulunur, olmasıdır.

Kafiye olan sözcükleri ayırırken, ya takı, ya sözcük, ya da sözcük gurupları halinde parçalarla karşılaşırız.

Bu parçalar genel olarak rediftir, önceden redifi tanı­mazsak, hem bu parçaların ne olduklarını anlayamayız, hem de kafiyeleri ayırmakta güçlük çekeriz.

Redif, söylenişleri ve anlamları birbirinin tıpkısı olan takı, sözcük, ya da sözcük gruplarıdır.

Redif, dünyada yalnız Türk edebiyatında vardır. Araplar bile redifi bilmezler. Acemlere, bizden geçmiştir. Onun içindir ki Araplar, redifin birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü sözcüklerine ayrı ayrı ad vermişlerdir.

Araplar, kafiye olan sözcüklerin sonundaki kafiye harfine revî derler. Revîden sonraki takıları kafiyeden saymışlar, redifin ilk harfine vasl, bundan sonrakine huruç, üçüncüsüne mezid, dördüncüsüne de nâire isim­lerini vermişlerdir.

Bizim edebiyatımızda bunların tümüne birden redif adı verilir.

Redif, Türk halk edebiyatında çok geniş bir yer tut­muş, mısraın ses ahengini destekleyen bir ses çağlayanı olduğu için, bu edebiyatın sanatçıları tarafından ok se­vilmiştir. Şimdi çeşitli redifleri, kafiyelerden parantezle ayırmak suretiyle gösterebiliriz:

Nedir o nevha şu viranenin kenar(ında

Dokundu hâhnma hal-i inkisar(ında

Bu beytin kafiyeleri olan kenar ile inkisar sözcükle­rinin sonlarındaki (r) harfleri revî'dir. Parantezin sağın­da kalanlar ise, bizim edebiyatımızın anlayışına göre re­diftir.

Yukarıdaki beyitte görüldüğü üzere, redif birkaç ses­ten meydâna gelebileceği gibi, daha az, hattâ tek ses de olabilir.

Kurban edip vücudumu ben râh-ı millet(e

Terk eyledim hayatımı fikr-i hamiyyet(e

NAMIK KEMAL

Redif, bağımsız ve anlamlı tek sözcük halinde de olabilir:

Yârab belâ-yı aşk ile kıl aşna (beni

Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüda (beni

FUZULÎ

Redif olan sözcükten önce, kafiye sözcüğünün sonun­da, takı halinde redif bulunabilir :

Bulmuş kemalini cemal(in dilber

Âşıka mahsustur visâl(in dilber

Yetişmeden hüsn-i zeval(in dilber

Redif, birden fazla sözcük durumunda da olabilir:

Gel söylemelim cümle geçen demleri cânâ

Gayranına ebkem (der idin şimdi ne dersin

Göldün mü nedir âkibet-i cinnet-i nahvet

Evvel kime âdem (der idin şimdi ne dersin

SAMİ

Bazan da redif hemen hemen bir mısraı kaplar, asıl kafiye mısraın başında tek sözcük halinde kalır. Yazarı belli olmayan şu beyitte olduğu gibi:

Safa (-yı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim

Vefa (-yı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim

Fakat redifi bu kadar fazla kullanmak ve mısraın tümünü redif durumuna getirmek, nazımda iyi bir dav­ranış sayılmaz.

Halk edebiyatımızın esas malı olan redif, Divan şa­irlerimiz tarafından çok sevilmiş ve ona gereken ilgi gös­terilmiştir. Hatta redif, o derece şeref kazanmıştır ki ba­zı kasidelerin redifleri, kendilerine ad olmuştur. Fuzülî'nin su redifiyle yazdığı kasideye Su Kasidesi dendiği gi­bi. Bu kasideden bir bölümü aşağıya alıyoruz:

Saçma ey göz eşkten gönlümdeki odlare su

Kim bu denlû dutuşam odlare kılmaz çâre sü

 

Âb-gûndür günbed-i devvâr rengin bilmezem

Ya muhit olmuş gözümden günbed-i devvâre su

 

Zevk-i tîğinden aceb olsa gönlüm çâk çâk

Kim mürur ile bırağur rahneler divâre su

 

Suya versün bağban gülzân zahmet çekmesün

Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzâre su

FUZULÎ

Bu kasidenin bütün beyitleri su sözcüğüyle rediflerdiği için adına Su Kasidesi denmiştir. Daha buna benzer, Divan Edebiyatında redifinin adını alan birçok manz­me vardır.

 

B) YARIM KAFİYE:

Yarım kafiye, kafiye görevinde bulunan sözcüklerin bir tek ünsüz (sessiz ses) benzeşmesi göstermesidir. Ya­ni bu çeşit kafiyelerde sadece bir tek ses uyumu vardır. Bu ses de daima ünsüz bir sestir. Örneğin: «t, s, r, k» gibi. Bunları seslendiren ünlüler (sesli sesler) değişik olacak­tır. Örneğin kafiye sözcüğündeki ortak ünsüzü seslendire­cek ünlünün birisi «a» ise öteki «u», daha öteki de «i» ola­caktır. Bu örnekler klişe sesler değildir. Bunlar her za­man değişebilir. Burada dikkat edilecek şey, «harf» den­memesidir. Çünkü harf, Divan Edebiyatı'nda ve Arap al­fabesinde söz sahibidir. Harf, sesin yazıdaki şeklidir. Ku­lak kafiyesinde harfin hiç bir rolü yoktur. Ses esastır. Şimdi, yarım kafiyeyi şu örnek üzerinde inceleyelim:

Kailim bakmağa yârin yü(z)üne

Yüzüm sürdüm ayağının to(z)una

Medet uyma adularm sö(z)üne

Benim bedduamı alma sevdiğim

KAYIKÇI KUL MUSTAFA

Bu dörtlüğün kafiye olan sözcüklerine dikkat edilirse sadece «z» ünsüzü ortak sestir. Bu sesten sonrakiler rediftir. Daha önceki sesler arasında ise hiç bir uygunluk yoktur.

İşte bu nedenle böylesi kafiyelere yarım kafiye denir.

Eskiler, yarım kafiyeyi kafiye saymazlardı. Halbuki Türk Halk Edebiyatı'nda yumuşak sesli kafiye oluşu ba­kımından yarım kafiye, çok tutunmuş ve çok işlenmiştir.

 

C) TAM KAFİYE:

Tam kafiye, yarım kafiyeye göre daha zengin sesli bir kafiyedir. Bu kafiye bir ünsüzle (sessizle) birlikte bir de ünlü (sesli) uyumu vardır. Uyum seslerinin bir­den ikiye çıkması yüzünden böylesi kafiyeler, kulağa daha çok ses vermektedirler. Tam kafiye bakımından Mehmet Akif'in şu beytine bakalım :

Sana dar gelmeyecek makberi kimler k(az)sın

«Gömelim gel seni tarihe!» desem sığm(az)sın

Bu beyitte kazsın ve sığmazın sözcükleri birbirle­riyle kafiyelidir. Sonlarındaki «sın» redifleri atılınca, ge­riye kalan kısmın uygunluk eösteren ünlü ve ünsüzleri, a ile z sesleridir. Bunlardan öncekilerde uyum yoktur. İşte bu şekildeki kafiyelere tam kafiye diyoruz.

Not: Dilimize Arapça ve Farsçadan karışmış olan ve aynı uzun ünlüyle biten sözcükler, başka benzerlikleri olmasa bile tam kafiye sayılırlar, örnek:

 

Bir bağ-i il kim cânâ me'v(â)

Her goncası cennet idi gûy(â)

ŞEYH GALİP

Bu beyitte mısra sonlarındaki «â» lar uzun okunduğu için tam kafiye sayılmaktadır.

 

D) ZENGİN KAFİYE ( Kafiye-i mukayyede) :

Zengin kafiye, ikiden fazla ses benzerliğiyle yapılan kafiyedir.

Eskiden bu cins kafiyeye kafiye-i mukayyede (mukayyet kafiye, kayıtlı kafiye) denirdi. Bu çeşit kafiyede en az üç sesin benzeşmesi şarttır.

Benzeşen sesler, ünlü ve ünsüz olarak sıralanışların­da bir şarta bağlı değildir.

Benzeşen sesler üçten fazlaya çıktıkça zenginleşme oranı artar, örnek:

Dalgın nazarlarınla karıştırma, elverir

Sönmüş deveran-ı ocakta kıvılcımlı bir k(ülü);

Terk eyle kendi haline meftur ü münkesir,

Kalsın biraz da âteşi kalbinde ört(ülü).

Hüseyin Siret ÖZSEVER

İkinci ve dördüncü mısraların sonlarındaki (ü-l-ü) sesleri, üçlü bir zengin kafiye meydana getiriyorlar. Bir de şu örneğe bakalım:

Çınla ey coşkun deniz, kayalıklarda çınla!


Bu mısraların sonlarındaki (ç - ı - n - l - a)' sesleri beşli bir ses benzeşmesi meydana getirmek suretiyle çok zengin bir kafiye kurmuşlardır.

 

Not = Arapça ve Farsçadan dilimize geçmiş olan bazı sözcük­lerde bir ünsüz sesle bir uzun ünlü sesten meydana gelen kafiye­ler, zengin sayılmaktadır. Ömeğin inşâ ile temâşâ sözcüklerinde (ş) ve (â) sesleri kafiye meydana getiriyorlar. (ş) ünsüzünden sonra (â) uzun ünlüsü iki sesli bir kafiye, yani tam kafiye olduğu halde zengin kafiye sayılmaktadır.

 

E) CİNASLI KAFİYE:

Cinas, bir söz sanatıdır. Onun için mısraların sonla­rındaki kafiye rolü oynayan cinaslı sözlere cinaslı kafiye denir. Böylesi sözcükler, aslında kafiye niteliğinde de­ğildir.

Kafiye, söylenişleri ve anlamlan ayrı, fakat kulakta araklıkları ses izleri benzer olan sözcüklerdir.

Cinaslı kafiye, söylenişleri ve kulakta bıraktıkları sesleri birbirlerinin tıpkısı olan, fakat anlamca ayrılan sözcüklerdir.

Bu kafiye, bazı Divan şairleri tarafından kullanılmış olmakla beraber, daha çok İstanbul mânilerinde önemli yer tutmuştur.

Cinaslı kafiyeye bir örnek:

Niçin kondun a bülbül

Kapıdaki asmaya

Ben yârimden vazgeçmem

Götürseler asmaya

 

Bu dörtlüğün ikinci mısraındaki asma, üzüm veren bitkidir. Dördüncü mısradaki asma ise idam etme, öldür­me anlamındadır. İşte mısra sonlarında, bu şekilde dü­zen tutan sözcüklere cinaslı kafiye denir.

Bunların dışında kafiye aramak ve birtakım kafiye isimleri uydurmak, yersiz ve gereksizdir.