tabiat konusunu işleyen köşe yazısı makale deneme



Sagot :

A. Esra Yalazan köşe yazılarını web sitenize ekleyin

Dalgın ineklerin bostanlarda boyunlarını dünyanın bütün sıkıntılarını mağrur bir edayla kabullenir gibi eğişlerini, çanlarıyla tabiatın senfonisine eşlik etmelerini izlerken basit, lüzumsuz bilgiden azade bir hayatın özlemini duydum. İçini bir türlü arzuladığımız gibi dolduramadığımız o efsunlu kelime ‘mutluluk’ topraktan fışkıran sıradan bir bitki ismi gibi tınladı. “Öyle bir şey yok ki, mutlu olma ihtimalini biz uyduruyoruz” diye seslendim başımda dönüp duran ak kelebeğe. Sadece bu an, hayalini kurduğumuz o an, içinden geçerken farkına varamadığımız için ancak sonrasında ürpererek hissedebildiğimiz ‘geçmişe acımasızca bıraktığımız öksüz bir an’ var. Mutluluğa müphem bir vakitte kavuşacağımızı müjdeleyen duygu kıpırtıları var. O kıpırtıların, kumlara yayılıp geri çekilirken iç çeken yaşlı bir kadın misali konuşan sesleri var. Ama o kelimenin de diğerleri gibi somut bir karşılığı yok!

İnsan, sonradan edinilmiş bilgiyi her daim, insanın, kendisinin iyiliği, güzelliği, menfaati için doğru kullanabilen bir varlık değil çünkü. Ali’yle günlerdir otantik bilgi ve benlik arasındaki ilişkiyi sorgularken tabiatın hayatın dertlerine şifa olan mırıltılarını dinliyoruz. Mavi kanatlı ala karganın badem ağacının dibinde sekerek yemiş toplamasını, kara kedilerin birbirilerine sürtünerek ‘özgür aşk’ yaşamasını, on üç yaşındaki minik kaplumbağanın kendini korumak için muhteşem bir sanat eseri olan kabuğunun altına gizlenmesini izlerken hep aynı hisle ürperiyorum. Biz modern hayatın kurbanları, tabiatın merhametli koynunda yaşamayı reddettiğimiz, onu tahrip ederek yaşamayı seçtiğimiz için sıklıkla unutuyoruz; oysa hayatın bir iç dengesi, tutarlılığı, kendini sağaltabilen bir iklimi de var. İyi ki ve maalesef düşünüyor, öğreniyor, tecrübe ediyor, acı çekiyor ve genellikle başımıza gelen her şeyi bir sonraki ‘mutsuzluğa’ kadar unutuyoruz.