peygamberlerin mucizesi nedir ve ders din



Sagot :

enâb-ı Hak, kullarını hidâyete ulaştırmak için onlara lutfettiği birtakım üstün vasıflara ilâveten, bir de aralarından müstesnâ yaratılışlı sâlih insanları rehber olarak vazîfelendirmiştir. Böyle sâlih kimselerin vahiyle ikrâm edilmiş olanları, peygamberlerdir.

Rabbimizin insanlığa müstesnâ bir yardımını ifâde eden peygamber gönderme keyfiyeti, bütün insanlığı şümûlüne alabilmesi için Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ile başlamıştır. Hazret-i Âdem, hem ilk insan hem de ilk peygamberdir.

Zamanla insanlar tarafından bozulan ilâhî vahyin muhtevâsını, yeni bir peygamber gönderip ictimâî gelişmeye uygun birtakım hükümlerin ilâvesiyle tekrar teblîğ etmek, Cenâb-ı Hakk’ın âdetidir. Bu keyfiyet, Âdem -aleyhisselâm-’dan son peygamber Hazret-i Muhammed Mustafâ -sal­lâl­lâhu aleyhi ve sellem-’e kadar hep bu minvâl üzere devâm etmiştir.

Cenâb-ı Hak, sâlih kulları arasından bir peygamber gönderdiğinde, insanlar ona:

“–Sen mâdem peygamber olduğunu iddiâ ediyorsun, o hâlde bize insanüstü, fevkalâde bir hâdise (mûcize)[92] göster?” derler.

O gelen peygamber de yaşadığı zamanın en revaçta olan sahasında, insan tâkatinin üzerinde hârikulâde bir hâdise gösterir. Kalbini tamamen gaflet bürümemiş olan bahtiyar insanlar:

“–Evet, sen bir peygambersin!” diyerek îmân ederler. Buna mukâbil kalp âlemi nefsânî arzu ve temâyüllerle büsbütün kararmış olanlar da onu sihirle ithâm eder ve düşmanlık yolunu tutarlar.

Her peygamberin, devrinin îcâbına göre birçok mûcizeler gösterdiği, târihî bir hakîkattir.

Hazret-i Îsâ’nın zamanında en makbûl ilim, tıp ilmiydi. Hürmet edilip üstad sayılan en gözde insanlar da, hastaları iyi eden tabiplerdi. Bundan dolayı Hazret-i Îsâ’ya, tabipleri bile âciz bırakan mûcizeler verildi: Âmâları görür hâle getirmek, ölüleri diriltmek gibi…

Hazret-i Mûsâ’ya, yaşadığı devirde sihir sahasında çok ileri gidildiği için sihirbazları susturacak bir mûcize verilmesi de aynı hikmete binâendir.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zamanında ise belâğat, fesâhat, talâkat ve edebiyat son derece revaçta idi. En imrenilen ve takdîr edilen insan, bu hususta şöhret sahibi olan kişiydi. Bu sebeple, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e, bütün diğer mûcizelerine ilâveten ve bunlardan daha üstün olarak, insanların kıyâmete kadar bir benzerini getirmekten âciz kalacakları Kur’ân-ı Kerîm mûcizesi lutfedilmiştir. Zîrâ mûcizelerin gâyesi, kitleleri tesir altına alarak şok tesiri icrâ etmek ve onların peygamberlere itaatini sağlamaktır.

İlâhî olan ve ebedî bir meş’ale gibi Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- vâsıtasıyla beşeriyete sunulan Kur’ân-ı Kerîm’in i’câzı, belâğat ve fesâhatten anlayan “Asr-ı Saâdet” insanının Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e itaatini sağlayan en tesirli mûcize olmuştur. Hazret-i Ömer’in, Allah Rasûlü’nü öldürmek gibi en çirkin bir gâye ile yola çıkmışken, tesâdüfen dinlediği birkaç Kur’ân-ı Kerîm âyeti sâyesinde, küfür karanlıklarından hidâyet nûruna ulaşması, bunun tipik bir misâlidir.

Şunu da ilâve edelim ki, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den evvel gelen peygamberlerin gösterdiği mûcizeler, kendi zamanlarına âittir. Hazret-i Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-’ın nübüvveti ise, kıyâmete kadar bütün zaman ve mekânlara şâmil olduğundan, O, önceki peygamberlerin tümündeki salâhiyet, kuvvet ve mûcizelere sahip ve bütün bunların daha ötesindedir. Zîrâ O’nun mûcizelerinin kıyâmete kadar gelecek olan bütün insanlar tarafından görülmesi lâzımdır. Dolayısıyla O’na en büyük mûcize olarak, kıyâmete kadar devâm edecek olan Kur’ân-ı Kerîm lutfedilmiştir.