Hüsnü Yıldız Mevsim sonbahar. Kastel tepesinden bir sürü geminin yüzmekte olduğu denize ve batmakta olan akşam güneşinin aydınlattığı İsveç sahiline bakıyoruz; ardımızdaki siper dik bir yamaçla sonlanıyor; orada koskoca ağaçlar var, sararmış yaprakları dallardan dökülmekte. Ta aşağıda etrafı tahta çitlerle çevrili evler görünüyor; işte onların da ardında bir nöbetçinin nöbet tuttuğu yer oldukça ürkütücü, ama ondan da ürkütücü olan penceresi demir parmaklıklı bir hücre. Orada esirler var, en gözü kanlı katiller var. Batan güneşin son ışıkları bu soğuk hücreye girdi ve hem iyinin hem de kötünün üzerine düştü! Kötü olanı bu soğuk ışığa kin dolu bakışlarla baktı. Küçük bir kuş demir parmaklığa doğru uçtu. Kuş, hem iyi hem de kötü adam için öttü. Kısa bir "cik-cik!" o kadar! Sonra kanat çırptı, tüylerini gagalayıp kabarttı ve boynuyla göğsündekileri düzeltti ve zincire vurulmuş adam buna baktı, çirkin suratında şefkatli bir ifade belirdi; açıklayamadığı bir düşünceye daliverdi, göğsü inip kalktı, demir parmaklık arasından sızan ışıkla akraba hissetti kendini; ilkbaharda açan menekşelerin kokusuyla da akrabaydı! Derken av borusunun sesi çınladı etrafta; harikaydı, tınısı çok yüksekti. Kuş mahkûmun pencere- sinin önünden uçup gitti. Güneş ışınları da gitti; hücrenin içi de, kötü adamın kalbi de karardı! Ama güneş ışınları onun içine işlemişti bir kere, kuş sesi de aynen öyle! Ötün bakalım av boruları! Akşam sakindi, deniz dümdüzdü ve her yer sessizdi. Andersen Masalları
Thank you for visiting our website wich cover about Türkçe. We hope the information provided has been useful to you. Feel free to contact us if you have any questions or need further assistance. See you next time and dont miss to bookmark.