Durup dinledi: Yanındaki taşlardan neşeli bir kaynak fışkırıyordu. Sevinçle eğildi; yanan alnını serin- Güneş, bakışlarını yapraklar arasından uzatarak, yol boyunca deli gibi gölgeler çiziyordu... İki yolcu geçti. Meroz, onlardan derhal uzaklaştı. Fakat aralarında bir şey konuştuklarını işitmişti: - Şu anada onu darağacına çekiyorlar... Yetişememek korkusu, Meroz'a kanat verdi, mertlik duygusu kamçılandı. Ah, işte uzaktan, batan güneş altında Siraküza şehrinin kuleleri göründü. Çok geçmeden, evinin bekçisine rastladı. Onu tanıyınca bir titreme geçirdi bekçi: – Kaç! Artık arkadaşını kurtarmanın zamanı geçti. Hiç olmazsa kendi hayatını kurtar! O, şu dakika can veriyor. Son saata kadar hiç ümidini kaybetmeden seni bekliyordu. Kralın soğuk şakalarında bile, sana karşı olan inancını bozamadı... – Peki, madem ki onu kurtaramayacağım; hiç olmazsa onun acısını paylaşmalıyım. O kanlı kral da: "Bir Meroz dostuna fenalık etti, alçaklık etti!..." diyemesin. Bir yerine iki kişiyi öldürterek sevinsin.. Meroz, şehrin kapılarına vardığı zaman, güneş batıyordu. Darağacını ve seyirci halkı gördü. Arkadaşını asmak için, bir ipi boğazına takmışlar, henüz kaldırıyor- lardı. Dur cellât, ben işte geldim.. İki arkadaş, yarı sevinç içinde kucaklaştılar... Bu manzara karşısında hiç kimse duygusuz kalamazdı. Kral bile bu haberi heyecanla öğrendi... İkisini de huzuruna getirtti... Uzun uzun ve hayretle seyrettikten sonra: - Hareketinizi çok beğendim, dedi. Demek "iyilik" ve "namus" boş kelimeler değilmiş. Şimdi benim de sizden bir dileğim var. Beni de aranıza alın, üçümüzün kalbi bundan sonra tek kalp olsun... (buradaki isim tamlamarını bulurmusunuz performans ödevimde?)​