15 tane düşünce yazısı plss acil​

Sagot :

Cevap:

2 düşünce yazısı kolay gelsin:))

Açıklama:

°ANI

Lisede Adnan'ı tanıyorum da Orhan'ı tanımıyorum. Bizden çok büyük sınıfta okuduğu için fazla iz kalmamış hatırımda Melih'le Oktay öyle değil. İkisinin de hatırımda kalan izleri var. Melih tiyatro ile uğraşırdı. Oktay Atatürk'ün önünde başarılı bir tarih sınavı vermişti.

Orhan'ı ilk Monno Vanna piyesini okul adına oynarken gördüm. Ercüment Behzat ona önemli bir rol vermişti ama neydi şimdi bilemem. Başarılı oynadığını söylüyorlardı. Bir şairin başarılı aktörlüğünü kavrayamamıştım çocukluk. Bir adam ya şair olurdu ya aktör benim o zamanki anlayışıma göre... Şairlik çok büyüktü gözümde. Başka işle paylaşamazdım. Şimdi öyle değil tabiî...

Şiirlerim yayımlanmaya başladığı zaman Orhan'la eşit konuştum. Bu eşitliği Orhan koydu. Ben koyamazdım. Ne yalan söyleyeyim Orhan'ın ilk denemelerini ben anlayamadım. Nurullah Ataç övmeye başladığı zaman da anladım. Nâzım bizim gözümüzde sevgiliydi. Sevgiliydi ama etkisinde kalmaktan da korkuyorduk. Orhan'ın bir çığır açtığının çok sonraları farkına vardım. "Ağaca bir taş attım/ Düşmedi taşım/ Taşımı isterim/ Taşımı isterim" şiirini ciddiye alamıyordum. Şiir benim için bir eylemdi. Tek başına bir uğraş değildi o yaşlarda. Orhan da bu anlayışımı bildiğinden olacak üstüme varmazdı. Hatta ciddî bir tartışmaya bile girmek istemezdi. Çocukluğuma mı verirdi yoksa teşvik mi ederdi hâlâ kestiremiyorum. Bugünse Orhan'ın yeri edebiyatımızda bellidir. Benim düşüncemde bir değişiklik olmamıştır. Hâlâ aynı kanıdayım. Onun içindir ki işi fıkracılığa döktüm. Başka eylemlerim ağır bastı. Bugün Orhan olsa ne derdi bilmem.

Anlayışlarımızın farklı oluşu dostluğumuza engel olmadı.

Bir gün Orhan Sait Faik'in bir piyesinden söz etmişti. Sait mi okumuştu ona anlatmış mıydı? Geçmiş gün unuttum. Pencere kenarında Kürt Mehmet'te oturmuş konuşuyorduk. Yağmur yağıyordu. Orhan Tercüme Bürosundan ben gazeteden ayrılmıştım. İkimiz de yarı yarıya işsiz sayılırdık. Orhan Doğan Kardeş Yayınlarına sattığı Nasrettin Hoca'nın telif ücretini bekliyordu. Ben de bir gazeteden alacağım parayı. Sabahleyin uğramış idare müdüründen:

"Yarın gel..." cevabını almıştım.

"Ben:

"Ah bir yarın olsa..." diyordum.

Orhan:

"Ah postacı havaleleri bir dağıtmaya başlasa...".diyordu.

Durup dururken birden:

"Sait'in bir piyesi var bilir misin? dedi.

"Bilmiyorum Sait piyes yazmış mı?

"Yazmış..."

Aklım fikrim parada:

"İyi..."

İlgilenmediğimi görünce anlatmaya başladı:

"Sait'in piyesinde hareket var laf yok. Bir kelimelik konuşmayla da bitiyor. Böyle yağmurlu bir günde kalabalık bir caddede insanlar koşuşuyor. Beyoğlu olacak... Taksiler hususiler bağıran çağıran kadınlar kızlar... deme gitsin... büyük bir kalabalık... İşte bu kalabalık arasından bir adam çıkıyor. Omuzunda bir tek yorganı... Ondan başka göze batar bir şeyi yok. Vitrinlere baka baka sahnenin önüne doğru geliyor sırtındaki yorganı indirip seyircilere doğru uzatıyor hüzünlü bir sesle:

- Satıyorum... diyor.

Piyes de bitiyor."

İstanbul'da idi. Bir gün haberini aldık. beyin kanamasından ölmüş. Cebinden para pul banka cüzdanı değil at yarışı dergisi çıkmış.

°KÜRESEL ÇEVRE KİRLENMESİ

Günümüzün dünyasında çevre kirliliği tüm gezegeni kaplayan boyutlara ulaşmış durumda. Dünyanın birçok bölgesinde insanlar çevre felaketine karşı korumasız nükleer tehdit ve radyasyondan habersiz bir yaşam sürmektedir. Bilim adamları ise bu olumsuzlukların devamı halinde dünyadaki tüm canlıların ciddi biçimde tehdit altında olduğunu vurguluyorlar.

Halbuki insanoğlunun gelişimi başlarda yaşam ve doğal çevre ile uyum içinde sürmüştür. Ancak dünyadaki toplumsal ve teknolojik gelişmelerin hızla artışı karşısında ekolojik sistemin bu hassas dengesi giderek bozulmuştur. Bu tehlikeli gelişmenin seyircisi durumunda olan insanlık ise dünyada dengeli bir çevrenin korunamaması halinde tüm canlıların varlığının sürmesinin olanaksızlığını acaba ne zaman anlayacak?

Bu yılın yaz başlarında başlayan yağmur dönemi dünyayı etkisi altına aldı. Barajları setleri ve köprüleri yıkan seller ölümcül sonuçlara yol açtı. Bir süre önce Trabzon'da yaklaşık üç saat süren yağmur Sürmene ilçesi ve haritadan silinen Beşköy beldesinde büyük mal ve can kaybına neden oldu ocakları söndürdü...

Yağışların etkili olduğu bir başka ülke olan Çin'in birçok bölgesinde barajlar yıkıldı. Harekete geçirilen askeri birlikler setleri yıkarak sel sularının kırsal kesime yayılmasını sağlamaya çalıştılar. Sel eylülün ortasında da Meksika'nın Chiapas eyaletinin Valdivia köyünü yok etti. Dünyadaki benzer sel baskınlarının verdiği zararlar ürkütücü boyutlara ulaştı. 240 milyon kişiyi etkilediği söylenen bu yazın selleri resmi açıklamalara göre şimdiye kadar 2 binin üzerinde insanın ve sayısı bilinmeyen diğer canlıların yaşamlarına mal oldu. Yaklaşık 14 milyon kişi evini terk etmek zornuda kaldı. Bu durum insana Çinlilerin "Su ile şaka olmaz" özdeyişini hatırlatıyor.

Gün geçmiyor ki çevre felaketi haberlerde yer almasın. Büyük Okyanus'ta 30 metreye kadar yükselen dalgalar sahilleri yerle bir etti. Deniz dibindeki deprem ya da yanardağların patlamasından meydana geldiği söylenen bu dev dalgalara karşı uyarı ağları da para etmiyor.

Hatırlanacağı gibu bu dev dalgalar 1993'te Endonezya'da bir adanın tamamını kapladı ve 2 bin kişinin yaşamını yitirmesine yol açtı. Yine Gine'de yaşamını yitirenlerin sayısı ise 3 bini aştı.

Dev dalgalara yol açan depremin merkezi Büyük Okyonus'ta idi. Ama yer kabuğu dünyanın başka bölgelerinde harekete geçecek şekilde etki alanını genişletti. Örneğin haziran başında başlayan depremlerin dünyanın dört bir yanını salladığı ortaya çıktı. Ülkemiz de bundan nasibini aldı. Bu ve buna benzer felaketler bize geleceğimizi bu günden tahmin etmenin olanaksızlığını gösteriyor.

Ozondaki delinme ve hava kirliliğinin yaşamda olumsuzluklara neden olabileceği ve doğal yaşamın temellerini dinamitleyeceğini küresel gözlükle niçin göremiyoruz? Küresel çevre sorunlarının çözümü konusunda her ülkenin çağdaş yöntemlerle halkını bilgilendirmesi bir görev olmalıdır.

Sanayinin kent içinden uzaklaştırılmasına ve milli parkların gereği gibi korunup doğal hali ile tutularak toplumun yararlandırılmasına öncelik verilmelidir. Üç binlinli yılların insanları için doğayla çok daha büyük uyum içinde yaşanacak rüzgârgüneş enerjisinden yararlanacak doğal konut yapımına geçilemez mi? Bu sahada yeni arayışlar içinde olmalıyız.

Doğanın intikamının daha büyük olmaması ve acının yoksul ülkelere çektirilmemesi için insanların bir an önce kendilerine çeki düzen vermeleri gerekiyor. Ölümcül etkileri yıllardır sürmekte olan 'Çernobil' olayından kim sorumlu? Bugün 'Çernobil'den on misli daha tehlikeli olacak radyoaktif artıkların bulunduğu söylenen Sibirya'nın batısındaki Karaçay Gölü bir saatli bombadan farksızdır. Gölün altında yaklaşık yüz metre derinlikte beş milyon metreküp radyoaktif tozlardan oluşan kütlenin varlığı bilinmektedir.

İnsanların yazgıları ile ilgili dehşet dolu olası tehlikelere karşı evrensel yurttaş girişimlerinin etkinliği attırılmalıdır. Hepimizin paylaştığı bu dünyayı bu gezegeni gelecek kuşaklara kirli ve çirkin bırakmaya hakkımız var mı? Geleceğe bir borcumuz yok mu? Hatalarımızın bedelini henüz doğmamışlara ödetmemeliyiz.

Doğa ananın yasalarına yeterince duyarlılık göstermeli ve doğal afetlerini ciddiye almalıyız. Doğal zenginliklerle dolu olması gereken bir dünyadan daha fazla yoksun olmamalıyız.