İspanya'da kurulan devletlerin Avrupa'ya etkisini açıklayınız​

Sagot :

İspanyol İmparatorluğu (İspanyolca: Imperio Español), beş kıtada toprağı olan, dünyanın ilk küresel imparatorluğudur. İspanyol İmparatorluğu, İspanya veya İspanya hükümdarları tarafından fethedilen, miras kalan veya el konan arazileri kapsar. Bu arazilere Kuzey ve Güney Amerika'nın geniş kesimleri de dahildir. Hak iddia edilen ancak hiç ele geçirilemeyen topraklar da mevcuttur. Toplam arazilerin yüzölçümü 18. yüzyılın sonunda 18 milyon kilometre kare civarındadır. 16. ve 17. yüzyıllardaki kıtalararası yapısına rağmen koloni imparatorluğu deyimiTarihçiler arasında İspanya’nın topraklarının belirlenmesi konusunda bir anlaşmazlık bulunmaktadır çünkü farklı tarihsel dönemlerde kralın, hanedanın veya İspanya’nın toprakları farklılık göstermekte, miras yoluyla alınan veya kralın oturduğu bölgenin yapısı değişik olmaktaydı. Örneğin Hollanda’nın durumu ele alınırsa bu topraklar İspanya’nın sayılmakla beraber, bu toprakları İspanyol İmparatorluğunun parçası olarak değil, Asturias Hanedanı' nın parçası sayan tarihçiler de bulunmaktadır.[2] İspanyol İmparatorluğu dünya çapında ilk imparatorluktur çünkü ilk kez bir imparatorluğun her kıtada arazileri bulunmaktaydı. Bu yüzden Roma veya Karolenj imparatorlukları bu kapsamda dünyanın diğer bölgeleriyle kopuk durumda değerlendirilmektedir.İnsan uygarlığının İber yarımadasındaki tarihi günümüzden 35.000 yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Bu dönem boyunca İber yarımadası Keltler, Kartacalılar, Fenikeliler, Yunanlar dahil birçok kavim tarafından istilaya uğramıştır. MÖ 2. yüzyılda İspanya, Roma Cumhuriyeti'nin bir parçası haline geldi. 410 yılında İspanya bir Cermen ırkı olan Vizigotların eline geçti. Orta Çağ boyunca süren anlaşmazlıklara rağmen, İspanya Avrupa'daki en eski millî devletlerden biridir. İspanya'nın bugünkü sınırları on beşinci yüzyılın sonlarında çizilmiş ve Aragonlu II. Fernando ile Kastiyalı I. Isabel'in evlenmesiyle tek bir taht altında birleştirilmişti. 16. ve 17. yüzyıllarda Portekiz de bir süreliğine bu İber birliğinin bir parçasıydı.

İspanya 16. yüzyılda Avrupa'daki en büyük güç haline gelmiş ve bu dönemden 18. yüzyıla kadar Avrupa'daki meselelerle oldukça yakından ilgilenmiştir. İspanya'nın kralları Avrupa'nın birçok yerine yayılmış eyaletlere hükmediyordu. İspanyol İmparatorluğu evrensel bir imparatorluktu ve birçok yere, özellikle de Amerika'da oldukça yayılmıştı, öyle ki İspanyolca bugün bile İspanya sınırları dışındaki 200 milyonun ana dili durumundadır.

Yinelenen siyasi kararsızlık, siyasete askeri müdahaleler, sık sık ortaya çıkan iç savaşlar ve baskıcı hükümetlerin hüküm sürmesi modern İspanyol tarihini oluşturan olaylardı. On dokuzuncu yüzyılda İspanya'da İngiltere ve Fransa'dakine benzemeyen parlamenter monarşiyi sağlayan anayasal bir sistem vardı, fakat bu sistem İspanyol toplumunun sosyal, ekonomik ve ideolojik bakımdan ayakta durmasını sağlayacak kuruluşları geliştirebilecek kapasitede değildi.

500.000'den fazla kişinin öldüğü İspanyol İç Savaşı (1936 - 1939) nesillerdir süregelen anlaşmazlıkları daha geniş bir boyutta ve daha kanlı bir şekilde yeniden gözler önüne serdi. Katolik Kilisesi'nin sosyal ve siyasi rolü, sınıf farklılıkları ve Bask ve Katalan milliyetçilerinin cephesinde bölgesel özerklik savaşı merkezli bu anlaşmazlıklar milliyetçi lider Generalissimo Francisco Franco y Bahamonde (1939 - 1975) liderliğinde bastırılmış fakat tam olarak ortadan kaldırılamamıştı. Bu anlaşmazlıklar, Franco rejiminin son yıllarında militanların yenilik çağrıları ve artan terör eylemlerinin ülkenin istikrarını tehdit etmeye başlaması sonucunda tekrar alevlenmişti.

Franco'nun 1975 Kasım'ında ölmesi üzerine İspanya tahtına geçen I. Juan Carlos'un İspanya'yı demokratik bir ülke haline getireceği yönünde çok az belirti olmasına karşın, o ve Başbakan Adolfo Suarez Gonzalez (1976 - 1981) İspanya'yı üç yıl içinde şiddete başvurmadan diktatör bir rejimden çoksesli bir parlamenter demokrasiye geçirmiştir. Bu başarı, İspanya'nın tarihi bölünmüşlüğünün iyileşmesi yönünde ilk kilometre taşını koymuş oldu.

Demokrasiye bu barışçıl geçişte genç kralın siyasi kurumlara bağlılığının yanı sıra başbakanının mevcut siyasi durumda gerekli olan yenilikler konusunda oldukça öngörülü olması da büyük önem taşımaktadır. Şubat 1981'de başarısızlıkla sonuçlanan bir darbe ve Ekim 1982'de gücün barışçıl bir şekilde bir partiden diğerine geçmesi İspanyol toplumunun demokratik prensiplerinin ne derece olduğunu gözler önüne serdi.

Batı Avrupa hükümetleri, II. Dünya Savaşı'nın hemen ardından otoriter rejimi olan ülkelerle işbirliği yapmayı reddetmiş ve ülkeyi bölgenin siyasi, ekonomik ve savunma kurumlarından dışlamışlardı. Fakat Soğuk Savaş'ın başlamasıyla birlikte İspanya'nın Batı Avrupa'nın savunması açısından stratejik öneminin artması diğer siyasi etkenlerin önüne geçerek Franco rejiminin dışlanmasına bir son vermişti. İlk olarak 1953 yılında yapılan karşılıklı anlaşmalar sonucunda Amerika Birleşik Devletleri'nin Batı Avrupa'nın savunmasını desteklemek için İspanya'da bir hava ve deniz üssü ağı oluşturmasına izin verildi. İspanya 1955 yılında Birleşmiş Milletler üyesi oldu ve 1982'de NATO'ya girdi.[1] 1768 yılı itibarıyla kullanılmaya başlanmıştır.[1] 19. yüzyılda ise devlet yapısı tamamen kolonisel bir yapıya dönüşmüştür.