parlayan çabuk söner çıkış hikayesi​

Sagot :

Cevap:

Çabuk parlayan çabuk söner atasözü çoğunlukla bir anda sinirlenen kişiler için kullanılmaktadır. Bu kişiler saman alevi gibi birden parlarlar ama sonrasında hızlı bir şekilde sakinleşirler. Böyle kişiler çabuk parlayan çabuk söner cümlesi ile tabir edilir.

Cevap:

Ama asıl anlamı; emek çekme­den, torpil ve yasa dışı yollarla, ya da rastlantı sonucu önemli bir makama gelenler içindir. Onlar, görevlerinde ehil olmadıkları için başarılı olamazlar. Haksız olarak gelmişlerse; çabuk fark edilip, yeterli olmadıkları o makamdan uzaklaştırılırlar. Yani uzun süren başarı yoğun emekle elde edilir…

ÇABUK PARLAYAN ÇABUK SÖNER ATASÖZÜNÜN HİKAYESİ

Önce bir uğultu duydu Orhan. Fakat bu uğultu ne fırtına uğultusuna, ne de bir başka uğultuya benziyordu. Dalgalı bir denizin dibindeki sesleri andırıyordu. Ama çok sürmedi… Sesler kesildi. Sadi Dede’nin sesi duyuldu: “Geldik işte… Açabilirsin gözlerini…”

Sadi Dede’nin uyarmasıyla gözlerini açan Orhan, önlerinde uzayan bir bozkırda buldu kendini…

Alabildiğince uzayan bozkırda kimsecikler yoktu. E: Yoksa… Yoksa bu defa eli boş mu döneceklerdi?..

Birden, dedesinin uyarısıyla kendine geldi. Ve hızla küçük bir tümseğin arkasma gizlendiler. Ama hâlâ bir şey göremiyordu Orhan. Sadi Dede’ye baktı. Dede, biraz beklemesini ve dikkatle bakmasını fısıldadı.

0 Çok geçmeden renkler belirginleşti, sesler İP duyulmaya başladı… Önce bir turna katarı gördü Orhan. Gökyüzünden bulut gibi kayıp gidiyorlardı…

Sonra dikenin üzerinde bir kelebek… Ve nihayet… Orhan heyecanla oraya odaklandı…

Az önce üstünden atlayıp geldiği taşın üzerinde, kıyafeti günümüze uymayan kırk yaşlarında bir adam ve onun karşısında çömelmiş olarak oturan iki çocuk belirmişti. Çocuklar Orhan ile yaşıt görünü­yorlardı. .. Üçünün arasında bir ateş yanıyordu…

Dede ile torun göz göze geldiler. Sadi Dede, gülümseyerek “dikkat et kaçırma” anlamında göz kırptı. Kaçırmak mı? Orhan, pür dikkat kesilmiş ve yakalayacağı atasözü kelebeği için bellek kafesinin kapışım açmıştı bile…

“Bu ateşin söneceği yok baba” dedi çocuklardan biri. “Niye yaktık bu ateşi yaz gününde?”

“Hem de bu koca kütükleri tutuşturmak için ne zorluklar çektik.” diye ekledi diğeri…

Baba olduğu anlaşılan adam, yerinden doğruldu. Kuru otlardan birkaç tutam topladı. Getirip ateşin yanma bıraktı. Çocukların meraklı bakışları arasında, yanan bir odun parçasını aldı. Alevli ucu ot yığınına değdirirken;

“Zorluk çekmeden yakılan ateşler de var” dedi.

Kuru otlar hemen parlayıp harlayıverdi… O kuru otlar, birden bir alev topuna döndü… Ama çok sürmedi alevleri. Dumam da, alevi de çarçabuk kesildi. Köz mü diyeceksiniz? Otun özü var mı ki, közü olsun? Kısa bir süre sonra, o kuru ot yığınından geriye kuş tüyleri gibi incecik bir kül yığını kaldı… O tüy gibi yığın da, esen hafif bozkır rüzgârıyla savru­lup gitti…

Orhan ile Sadi Dede, yine göz göze geldiler.

Orhan’ın gözlerinde soru, dedenin gözlerinde bekle işareti vardı… Ateşin çevresindeki çocukların b gözlerinde de dumanlı soru işaretleri ıslanıyordu… Babaları, onlara bir dersi ateşle vermek istemişti besbelli. Ya da, çocukların ateşle imtihanıydı bu… Çok beklemediler. Kırk yaşın deneyimleriyle i yoğrulan baba;

“Başarıya çarçabuk ulaşmak için acele etmeyin; gayret edin, sabredin… Zorlukla, büyük emekle E elde edilenler zor çıkar elden. Kolay erişilen, kolay gider… ” dedi ve ekledi:

“Çabuk parlayan, çabuk söner.”

Alacaklarım almışlardı. Atasözü kelebeği kafes­teydi. Ve Sadi Dede’nin sesi duyuldu:

“Haydi, başım göğsüme daya ve gözlerini yum evlat…”

Yine o korkunç uğultu ve sarsıntıdan sonra, bitkin bir halde gözlerim açan Orhan, başım dedesinin göğsünde ve kendini evlerinden dışarı çıktı