İdeal toplumsal düzen ile var olan toplumsal düzenler arasındaki temel fark nedir?

Boş yapanlar bildirilir.


Sagot :

Cevap: Felsefe tarihinde ortaya konan görüşler arasındaki fark, büyük ölçüde filozofların görüşlerinde kullandıkları temel kavramlara yükledikleri farklı anlamlardan kaynaklanır. Temel bir felsefe kavramı olan “akıl” kavramı

merkezinde bakıldığında, filozoflar “akıl nedir?” ya da “aklın yapısı nedir?”

sorularına verdikleri farklı cevaplarla, öncelikle varlık ve bilgi anlayışlarını,

bunun dolaylı sonucu olarak da etik ve toplum anlayışlarını şekillendirdikleri

söylenebilir. Toplum anlayışları söz konusu edilerek filozofların “aklın yapısı nedir?” sorusuna verdikleri cevaplarla toplumsal düzeni nasıl şekillendirdiklerine bakıldığında ise, bu noktada üç farklı yaklaşım önplana çıkarılabilir. İlki, aklı biçimsel bir yapı olarak görüp bu merkezde toplumsal düzene bakan Kant’ın yaklaşımı; ikincisi, aklı içerikli bir yapı olarak görüp bundan

hareketle topluma bakan Popper’ın yaklaşımı; üçüncü ve son olarak, bu iki

yaklaşımdan farklı olarak Sartre’ın “dialektik akıl” olarak adlandırdığı akıl

temelinde toplumsal düzen oluşturmaya ilişkin yaklaşımı önplana çıkarılabilir.

Kant’ta insana ilişkin söylenebilecek ilk ve en temel şey, insanın akıl

sahibi varlık olduğudur. Kant’a (1905; s.5) göre, akıl sahibi varlık olarak

“insanın aklı, bilgilerinin bir türünde özel bir kaderle karşı karşıyadır. İnsan

aklı bu bilgisinde öyle sorular tarafından rahatsız edilmektedir ki, akıl onları

ne cevaplandırabiliyor, ne de yadsıyabiliyor”. Aklın sormaktan kendini alamadığı sorular ise üç şeye, Kant’ın ifadesiyle aklın ürünü olan üç ideye ilişkindir. Bu ideler özgürlük, Tanrı ve ölümsüzlük ideleridir. Aklın ürünü olan

bu ideler mümkün deneyin sınırlarının ötesinde olan, transzendent ilkelerdir;

yani bu idelerin gerçeklikleri teorik aklın alanında, bilme alanında değildir.

Kant’a (1994) göre bu ideler yalnız pratik aklın alanında, eylem alanında

gerçekliğe sahiptirler.

Kant için özgürlük kavramı sisteminin bütün yapısının kilit taşını oluşturur. Çünkü ona göre “özgürlük aynı zamanda, teorik aklın bütün ideleri

içinde, doğrudan doğruya kavrayamasak da olanaklılığını a priori olarak

bildiğimiz tek idedir; çünkü özgürlük ahlâk yasasının koşuludur” (Kant,

1994; s.4). Ahlâk yasası ise akıl sahibi olan bütün varlıkların istemelerini

belirleyebilecek nitelikte olan tek yasadır ve şu şekilde dile getirilebilir. “Öyle eyle ki, senin istemenin maksimi, hep aynı zamanda genel bir yasamanın

ilkesi olarak da geçerli olabilsin” (Kant, 1994; s.35). Kant, “ahlâk yasası”

dediği bu yasayı temele alarak “pratik buyruğu”da şu şekilde ortaya koyar:

Her defasında insanlığa, kendi kişinde olduğu kadar başka herkesin

kişisinde de sırf araç olarak değil, aynı zamanda amaç olarak davranacak

biçimde eylemde bulun (Kant, 1995; s.46).

Kant, 1795’te yazdığı “Sürekli Barış Üstüne Felsefi Bir Deneme” de

ifade ettiği türden kalıcı bir barış durumunun, başka bir ifadeyle ideal bir

toplum düzeninin kurulmasının olanaklılığının temelini ahlâk yasasında,

dolayısıyla da “pratik buyruk” da görür. Çünkü ona göre, akıl sahibi bir varlığın eylemlerinin ahlâksal değerini belirleme niteliğinde olabilecek tek yasa

ahlâk yasasıdır. Ahlâk yasası ise aklın bir “olgusu”dur. “Çünkü istemenin

kaçınılmaz olan, ama aynı zamanda deneysel ilkelere dayanmayan bir belirlemesine olgu” (Kant, 1994; s.62) denir

Açıklama: