İklim değişikliğini anlatan kısa bir hikaye yazalım

Sagot :

Cevap:

umarım yardımcı olmuşumdur

Açıklama:

İklim değişikliği ile ilgili son dönemlerin en kritik tartışmalarından biri bu “meselenin” iletişiminin bir türlü yapılamaması üzerine. Bu gerçek bir iletişim sorunu, yani bir “hüsnü kuruntu” değil. İklim değişikliği dediğimizde temel mesele, bilimsel verilerin gündelik hayata tercüme edilmesi ihtiyacı. Ancak bu veri meselesi kritik. Çünkü iklim değişikliğine karşı harekete geçilmesini engelleyen taraflar, tam da bu noktada “suyu bulandırıyor.” Kamuoyu verilerden oluşan bir yığının altında bırakıldığı için sapla samanı ayırmak iyice zorlaşıyor. Böylelikle iklim değişikliği, “sıradan insanın havsalasının almayacağı”, bir tür doğal felaket ve çok uzak gelecekte, hiç tanımadığımız, hayali bir insanlar topluluğunun başına gelecek bir senaryo gibi algılanıyor. Toplumların iklim değişikliğini nasıl algıladığına yönelik araştırmalar gösteriyor ki ortada ciddi bir sorun var. Genelde iklim değişikliğinin anlaşılmadığı düşünülüyor. Oysa mesele anlatmakta değil davranış değişikliği yaratabilecek iletişimi kurgulamakta. Dünya nüfusunun %5’ini oluşturmasına rağmen toplam karbondioksit salımının %25’ini gerçekleştiren ABD’de yapılan bir araştırmaya göre, ABD vatandaşlarının %92’si küresel ısınmadan haberdar, %61’i bunun gerçek olduğu konusunda bilim insanlarının hemfikir olduğunu düşünüyor ve %76’sı meselenin çok ciddi bir sorun olduğuna katılıyor. Ancak soru değişip, şu anda ülkeyi tehdit eden en önemli çevre sorunlarını listelemeleri istendiğinde, küresel ısınma 16. sırada yer alıyor. Kaliforniya Üniversitesi’nden Susanne Moser bu konuda iletişimcilerin karşılaştıkları güçlükleri şöyle sıralamış:

– İklim değişikliğinin sebeplerinin açıkça anlatılamaması, insan faktörünün net olarak görülememesi.

– Uzun vadeli etki yüzünden aciliyet hissinin oluşmaması ve insanların şu anda deneyimledikleri etkilerin hissedilebilirliği.

– Harekete geçme sonunda vaat edilen “hazzın” soyut olması.

– Karmaşa ve kararsızlık.

– Harekete geçme konusunda yeterli uyaran olmaması, idrak eksikliği ve ilgi yoksunluğu.

“Mesajınızı Şimdi Önemli Kılın”

İklim değişikliğinin iletişimi öylesine yakıcı bir başlık ki, birçok üniversite bu alana özel çalışmalar yapan bölümler kuruyor. Örneğin Yale Üniversitesi’nin İklim Değişikliği İletişimi adlı projesinin temel misyonu, daha etkin kampanyalar yapabilmeleri için eğitimcileri ve iletişimcileri bilgi ve araştırmalarla desteklemek. George Mason Üniversitesi’nin İklim Değişikliği İletişimi Merkezi 2010 yılından beri onlarca araştırma yayımladı. Columbia Üniversitesi bilimciler, gazeteciler, eğitimciler, siyasetçiler ve ilgili tüm diğer kesimler için “İklim Değişikliği İletişimi’nin Psikolojisi” adında bir rehber hazırladı (Rehberin tamamına internet üzerinden de ulaşılabiliyor). Rehbere baktığımız- da aslında dünyanın bu alandaki ilk “küresel kampanyası”ndan bahsettiğini görüyoruz. Hedef kitlemiz “herkes”!

Rehberin ilk önerilerden biri “Mesajınızı eve taşıyın, yerel bir çerçeve kurun”. İkinci önemli öneri ise “Mesajınızı şimdi önemli kılın. Gelecek yerine bugüne yönelik bir çerçeve çizin”. Diğer pek çok öneri arasından önemli olanlarından biri de “Duygu sömürüsü yapmamaya dikkat edin!”.

Aslında içinde bulunduğumuz durum, insan zihninin çalışma biçimi ve uzun yıllardır içinde yaşadığımız tüketim odaklı sistemin kazandırdığı alışkanlıklar ile de ilgili. Riskin analitik algısı ile ilgili çoğu yerleşik teori, insanların risk algısının ve karar alma süreçlerinin bilinçli, rasyonel bir süreç olduğunu, önlerindeki riskli durumu analiz ettiğini, kendi için en iyi sonucu verecek biçimde hareket ettiğini varsayıyor. Ancak araştırmalar (ve elbette hayat) gösteriyor ki bu analitik süreç irrasyonel de olsa duygulardan etkileniyor. Örneğin, kişinin o anda gördüğü kampanya posterindeki görselle ilgili duygusu, belli başlı bazı nesne veya fikirlere olan önyargısı gibi… Belli ki iklim değişikliğini bir veri iletişimi ile anlatamıyoruz. Bu da insanlarla mutlaka duygusal bir bağ kurmamız gerektiğini gösteriyor. Mevcut durumda, bu duygusal bağın kurulduğu pek çok örnekte “korku iletişimi” temel alınıyor. Saffron O’Neill ve Sophie Nicholson-Cole’un yaptıkları bir araştırma, iklim değişikliğini korku verici bir dil ve ikonografi ile anlatan kampanyaların dikkat çektiğini, ama gerçek bir kişisel sorumluluk duygusu uyandırma motivasyonunu oluşturmakta zayıf kaldığını gösteriyor. Tehditkâr olmayan ve insanların günlük yaşamları ile bağdaştırabilecekleri bir hikaye dili ve buna uygun bir görsel atmosfer, insanların meseleye sahip çıkmasını sağlamakta çok daha başarılı olabilir. İşte “hikaye etme” ve “anlatıcılık” tam da burada devreye giriyor. Bu devasa soruna günlük hayattaki pek çok temas noktamızı görülebilir hale getirmek için en önemli iletişim aracımız “hikaye etmek”.