Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmak için dünyada ve ülkemizde ne yapılabilir? Lütfen boş cevap vermeyin:( çokta uzun olmasın orta olsun boyutu yazının ​

Sagot :

Evet, kadın ve erkek cinsiyet olarak birbirinden farklıdır. Bu farklılık hem istenilen bir durumdur hem de doğaya uygundur. Fakat bu farklılık neden bir cinsiyetin diğer cinsiyet üzerinde güç oluşturmasına, iktidar kurmasına ve üstünlük sağlamasına yol açmaktadır? Esasında anlaşılamayan ya da kritik olan husus tam da burasıdır. Çünkü örgütlü yapılarda hiyerarşiler belirli bir kritere göre sıralamayı gerektirmekte ve bu sıra düzeni içerisinde ast-üst ilişkilerini karşımıza çıkarmaktadır. Kuşkusuz bu sıra düzenini ortadan kaldırmak mümkün değildir. Yönetim meselesi her zaman bir yöneten-yönetilen ayrımından kaynaklanan iktidar ilişkilerini gündeme getirmekte, bu durum ise güç ve eşitsizlik ilişkilerini ortaya çıkarmaktadır. Hiyerarşideki güç ve eşitsizlik ise insan ilişkilerinde bir tarafın gücünü kullanmasına, diğer tarafın ise bu güce rıza göstermesine ve itaat etmesine yol açmaktadır. Bu anlamda eşitsizliğin en büyük handikapı yönetim anlayışındaki güçlü olanın iktidarını kullanmasında bulunmaktadır. Bunun sosyal şiddet olduğunu geçen yazımda belirtmiştim. Bu durumda eşitlik kavramı, hem liberal demokrasi hem de sosyal demokrasi açısından tüm vatandaşların haklarını kullanmasını içerir. Kısacası, tüm vatandaşların yasalar ya da hukuk önünde eşit olmasını savunmaktır. Hak eşitliği kuşkusuz beraberinde sorumluluğu çağrıştırmaktadır. Toplumsal yaşamda haklar ve sorumluluklar karşılıklı olarak birbirine bağlanmıştır. Bir bireyin haklarının bittiği yerde diğerinin sorumluluğu başlamakta, sorumluluğunun bittiği yerde ise haklar devreye girmektedir. Dolayısıyla haklar ve sorumluluklar ilişkiseldir. Hakları evrensel insan hakları çerçevesinde ele alırken, sorumluluk da hem evrensel hem de toplumsal normlar düzleminde öğrenilen davranışlar olduğu için bazen problemli durumların yaşanmasına yol açabilir. Onun için Sokrates’in “kendini bil” mottosu sorumluluktaki hakkaniyeti içermesi bakımından düşündürücüdür. Kadının hakları evrensel insan haklarıdır. Her cinse, ırka, etnisiteye, cinsiyete, dile, dine, mezhebe hangisine ait olursa olsun tüm insanlar için geçerlidir. Fakat kadının sorumluluğu denildiğinde karşıtı olarak erkeğin sorumluluğunu getireceğinden, bu sorumluluğun eşitlik ilkesine ne ölçüde uygun olacağı tartışmalıdır. Bu nedenle, sorumluluk kavramı hakların sağlanması bakımından önemlidir ama cinsiyetler açısından adil olmayan, hakkaniyet sınırlarını aşan bir duruma da dönüşebilir. Bugün Türkiye’de eşitlik ile hakkaniyet tartışmasının ana nedeni budur. Örneğin toplumsal normlara göre, çocuk bakımı kadının sorumluluğudur, denildiğinde karşısına para kazanmak da erkeğin sorumluluğudur, önermesi çıkarsa bu iki sorumluluk türünün eşit olmadığı görülür. Kaldı ki günümüzde kadının çalışma hayatında olduğu dikkate alınırsa para kazanmak yalnızca erkeğin sorumluluğu olarak değerlendirilemez, kadın da para kazanarak evini geçindirmektedir. Öyle ise çocuk bakımı neden yalnız kadının sorumluluğunda oluyor da erkek bu sorumluluğun dışında kalıyor? Bu türden sorumluluklar ancak kadın-erkek tarafından birlikte paylaşıldığında hakkaniyetten söz etmek mümkündür.

1) Eğitim alanında okuryazar olmayan kadınların oranı % 7.6, erkeklerin oranı % 1.3’dir. Eğitim ve öğretim alanında toplumsal cinsiyet eşitliği çerçevesinde fırsatları kullanma ve hizmetlerden yararlanma bakımından kız çocuklarının aleyhine işleyen bir durum söz konusudur. Bunu aynı zamanda kaynakları kullanma konusu ile yorumladığımızda bu oranlar kaynakların aileler tarafından oğlan çocuklarının lehine kullanıldığına işaret etmektedir. Buna göre kız çocuklarının zorunlu olan 4 yıllık öğretim programını tamamlamadan ya da tamamladıktan sonra ya da hiç okula gönderilmeden ev içinde alıkonularak annenin işlerine yardımcı olduğunu, kadınlık rollerine alıştırıldığını ve çocuk yaşta evlendirildiklerini ileri sürmek kehanet değildir. Kalıp yargılar ve kültürel kodlar çerçevesinde kız çocuklarının okumasının gerekli olmadığına ilişkin yapılan vurgular bu çocukların okuma motivasyonlarını da kırmaktadır. Okula göndermeyip, eğitim-öğretimden alıkoyduğumuz her kız çocuğunu çocuk / erken evlilikler yoluyla şiddet ortamına attığımızın farkında mıyız? O zaman soralım, bu bir hak ihlali değil midir?,

2) Benzer bir durumu yüksekokul / üniversite bitirmede de görebiliriz. Genelde üniversiteye giren kadın öğrencilerin oranı erkeklere göre daha yüksek olmasına rağmen mezuniyet durumlarında süreç erkeklerin lehine işlemektedir. Türkiye’de 25 ve daha yukarı yaşta olup en az üniversite mezunu olan kadınların oranı %17,5, erkeklerin ise %22,4’tür. Görülüyor ki, eğitimde %6’lık bir açıklık hep kadınların aleyhine işlemektedir. Çeşitli nedenlerle üniversite öğrenimini tamamlayamayan kadınlar başta ekonomik yetersizlikler olmak üzere evlenme, işe girme, aileye sahip çıkma gibi nedenlerle üniversiteden ayrılmaktadır. Bu sebepler erkek için de geçerlidir ama oranların gösterdiğine göre hak ihlaline uğrayan kadınlardır.