Arkadaşlar bana bir uzun metin yazar mısınız?
dikkat edilmesi gerekenler
Hayal ürünü olsun yani masal türünde
uzun olsun
boş ve kısa cevaplar bildirilecek


Sagot :

Açıklama:

Dolandım durdum dört köşeyi,

 

Vay ne köşe bu köşe.

 

Dil dolanmadan ağız varmaz bu işe.

 

bir varmış bir yokmuş eski zamanlarda bir kız yaşarmış, bu kızın hayalleri varmış bu kız hayallerini gerçekleştirmek istiyormuş hayalleri de periler ülkesine gitmek , kafdağının arkasındaki inci kafesi görmekmiş bu inci kafesi çok merak ediyormuş bigün bu hayalini gerçekleştirmek için üç arkadaşıyla yola çıkmış biliyormuş ki kafdağının arkasına giderken hiç konuşmaması gerekiyormuş üç arkadaşıyla ilerlerken kafdağının girişine gelmişler kız demiş ki:

 

- artık konuşmak yok biliyorsunuz ki konuşursanız taşa dönüşürsünüz

 

kızlar

 

- biliyoruz

 

diye cevap vermişler ve ilerlemişler kızlardan biri havada uçan taşları görünce kendini tutamayıp konuşmuş ve taş olmuş bide kafdağındaki yokuştan çıkarken arkaya bakmamak gerekiyormuş, bakıldığı halde çok kötü şeyler olacağını biliyormuş neyse üç kişi yola devam ederken ikinci kızda arkasına bakınca taş olmuş öbürüde onun taş olduğunu görünce kendini tutamamış o da konuşmuş ve kız tek basınaymış artık yoluna tek başına devam etmek zorundaymış mecburen

 

Neyse ki kız yola çıkmadan önce kötü şeyler olacağını bildiği için yanına ayna almış arkaya bakmamak için bu aynayı kullanıyormuş bu ayna her şeyi en güzel şekilde gösteriyormuş kız korktuğu zaman aynayı çıkarıp arkaya bakıp içini biraz olsun rahatlatıyormuş kız yokuştan çıkarken arkadaki önceden taş olmuş insanlar bizi kurtar diye sesleniyorlarmış kız korkar aynasını çıkarır bakarmış neyse sonunda kafdağının arkasına gelmiş birde ne görsün hep hayalini kurduğu inci kafes karsısında ama içinde bembeyaz bi güvercin bu güvercin o kadar beyazmış o kadar sevimliymiş ki kız kafesin ağzını açıp açmama konusunda kararsız kalmış aynasını çıkarmış bakacakmış ki ayna paramparça olmuş kullanılacak tek bir parçası kalmamış kız korkudan bayılmış ayıldığında aklına gelen ilk şeyi yani kafesi açmış. Kafes açılır açılmaz ortalığa bir ışık saçılmış kız yine korkmuş ve bayılmış gözlerini açtığında birde ne görsün karsısında yakışıklımı yakışıklı bi delikanlı duruyor kız sormuş

 

- sen nasıl geldin?

 

diye çocuk cevap vermemiş kızdan gözlerini kapatmasını istemiş kız gözlerini kapatmış çocuk iki el hareketiyle gözlerini bir sarayda açmışlar kız hala şaşkınmış karsısında padişahı görmüş

 

- neler oluyor

 

diye sormuş delikanlı anlatmış

 

- bize büyü yapılmıştı bir cadı tarafından, bu büyü ben inci kafesten çıktığım zaman bozulacaktı ve senin sayende kurtulduk demiş padişah kıza çok teşekkür etmiş ve saray halkının buzları çözülmüş herkes mutlu olmuş padişah kıza demiş ki

 

- hayatın boyunca mutlu olmak ister misin diye kız heyecanla isterim taabi ki demiş ve oğluyla kızı evlendirmiş onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine gökten üç elma düşmüş biri senin biri benim biride bu masalı beğenenin başına...

Cevap:

Üç Askeri Doktor

Üç askeri doktor dünya gezisine çıktılar. Mesleklerinde iyi yetiştikleri kanısındaydılar. Bir gün, gecelemek üzere bir hana geldiler. Hancı onlara nereden geldiklerini ve nereye gideceklerini sordu.

"Biz becerimizi herkese göstermek istiyoruz" dediler.

"Neler yapabildiğinizi bana bir gösterin bakalım" dedi hancı.

Birincisi, kendi elini kesip atarak yerine yenisini takabileceğini söyledi. İkincisi, kendi kalbini söküp çıkararak ertesi gün yine yerine yerleştirebileceğini savundu; üçüncüsüyse, kendi gözlerini oyarak çıkardıktan sonra onları yine yerlerine takacağını iddia etti.

"Bunları yapabilirseniz sizlerin uzman olduğuna inanırım" dedi hancı.

Uç doktorun yanında her yarayı iyileştiren bir merhem vardı, onu bir şişe içerisinde saklıyor ve hep yanlarında taşıyorlardı.

Neyse, üç doktor, dedikleri gibi, kendilerine ait olan eli, kalbi ve gözleri kesip çıkardıktan sonra hepsini bir tepsiye koyarak saklaması için hancıya verdiler. Hancı da tepsiyi, dolaba koyması için hizmetçi kıza verdi.

Ama hizmetçi kızın gizli bir aşığı vardı, o da askerdi.

Hancı da tüm müşterileri de uykuya yattıktan sonra bu asker çıkageldi; karnı acıkmıştı. Hizmetçi kız dolabı açarak yemek için bir şeyler aldıktan sonra sevgilisiyle birlikte sofraya oturdu ve muhabbete daldı. Ama aşk başına vurduğu için dolabı kapamayı unuttu.

Onlar öylece oturmuş konuşurken bir aksilik olacağını hiç düşünmediler. Derken içeriye bir kedi sızdı ve açık dolabı görünce içindeki eli, kalbi ve gözleri alarak dışarı kaçtı.

Asker yemeğini bitirdikten sonra kız bulaşık yıkadı ve dolabı kilitlemek istediğinde kapısının açık kaldığını ve hancının kendisine verdiği tepsinin de bomboş olduğunu gördü.

Çok korktu ve sevgilisine, "N'apıcam ben şimdi! El gitmiş, kalp gitmiş, gözler de gitmiş! Bunun hesabını yarın ben nasıl vereceğim?" dedi.

"Ses çıkarma! Ben sana yardım edeceğim" dedi asker. "Dışarıda bir hırsızı asmışlar, onun bir elini keserim. Hangi eldi?"

"Sağ el" diyen kız ona keskin bir bıçak verdi. Adam zavallı mahkumun sağ elini keserek kıza geri getirdi. Ondan sonra kediyi yakalayarak onun gözlerini çıkardı. Şimdi sıra kalbe gelmişti

"Siz et kesmediniz mi? Kilerde domuz eti yok mu?" diye sordu.

"Var" dedi kız.

"İyi o zaman" diyen asker kilere indi ve bir domuz kalbi alıp getirdi. Kız hepsini bir tepsiye koyduktan sonra onu dolaba yerleştirdi. Sevgilisiyle vedalaştıktan sonra gidip uyudu.

Ertesi sabah üç asker kıza içinde el, kalp ve gözlerin bulunduğu tepsiyi getirmesini söylediler.

Kız tepsiyi dolaptan alıp getirdi; birinci doktor, hırsıza ait olan eli sabunla sıvazladı ve kendi koluna yerleştirdi; sanki aslı gibiydi!

ikinci doktor kedi gözlerini alarak kendi göz çukurlarına yerleştirip merhemle sıvadı; tıpkı eskisi gibi oldu.

Üçüncü doktor da domuz kalbini kendine taktı.

Hancı bakakaldı; ömründe böyle bir şey görmemişti! Onların adını her yerde duyuracak ve herkese onları önerecekti!

Üç asker ödeme yaptıktan sonra yola çıktılar.

Böyle giderlerken domuz kalbi takılı olan, onlardan ayrılıp tıpkı domuzların yaptığı gibi bir köşede burnuyla orayı burayı koklamaya başladı. Öbürleri onu ceketinin ucundan yakalamak istediler, ama başaramadılar; o her defasında ellerinden kurtularak hep çöplüklere koştu.

İkincisi de bir acayip davrandı; gözlerini ovuşturarak:

"Arkadaşlar, bu ne yahu? Bunlar benim gözlerim değil, hiçbir şey görmüyorum; bana destek olun da düşmeyeyim" dedi.

Zar zor akşamı ettiler ve başka bir hana geldiler. Hep birlikte içeri girdiler. Bir köşede zengin bir adam oturmuş, masada para saymaktaydı. Hırsız eli takılan adam ona yaklaşarak bir eliyle kolunu çekiştirirken öbür eliyle bir avuç para alıp cebine attı.

Müşterilerden biri bunu görünce, "Hey, arkadaş, sen ne yapıyorsun orada? Çalmak çok ayıp, utan" dedi.

"Yahu, ne yapayım! Avucum kaşınıyor, istesem de istemesem de elime mutlaka para geçmeli! Yani benim elimde değil bu" diye cevap verdi asker.

Ondan sonra yatmaya gittiler, ama yatar yatmaz etraf öyle karardı ki, göz gözü görmez oldu.

Bir ara takma gözlü uyanarak, "Arkadaşlar, şurada gezinen beyaz fareyi gördünüz mü?" diye sordu. Diğer ikisi yataklarında doğruldularsa da bir şey göremedi.

Bunun üzerine takma gözlü, "Biz normal değiliz, bu taktıklarımız kendi organlarımız değil! Öbür hancıya gidelim, herif bizi dolandırdı" dedi.

Ve ertesi sabah o hana gittiler ve hancıya asıl organlarını geri alamadıklarını, onların yerine kendilerine bir hırsız eli, kedi gözleri ve domuz kalbi verildiğini anlattılar.

Hancı bunda kızın kabahati olduğunu savundu ve onu çağırmak istedi. Ama kız onların geldiğini görünce arka kapıdan sıvıştı ve bir daha geri dönmedi.

Bunun üzerine üç asker hancıdan tazminat olarak yüklü para istediler. Hancı varını yoğunu verdi. Onlar da çekip gittiler. Ömür boyu yetecek kadar paraları vardı şimdi, ama yine de onlar asıl organlarına kavuşsalar daha iyi olurdu.

.......