Sagot :
Cevap:
Okulların açıldığı ilk haftaydı. Birinci sınıfların “uyum haftası” boyunca okula gittikleri hafta. Çocuklar sınıflarında, okula uyum sağlamaya çalışırlarken biz anneler de konferans salonunda seminere giriyorduk. Konferans salonu dediysek aklına öyle ses düzeni, projeksiyon falan gelmesin. Yanyana dizilmiş sandalyelerin olduğu, boyasız (malum, okulun boyası okullar açıldıktan SONRA yapıldı) kırık dökük bir plaftormun üstüne bir masanın konulduğu, öğretmenin oturduğu masadan katılımcılara sesini duyurmaya çalıştığı bir salondu. Çoğunluk kadındı (anne) ve kıyafetlerine bakılırsa gelir seviyesi olarak devlet okulu çoğu katılımcı için bir alternatif değil, tek tercihti.
O hafta boyunca bir akşam, yine bizim burada bir özel okulda “yeni eğitim sisteminde çocuklara yaklaşım” konulu bir seminer düzenlendi. Türkiye’nin bilinen psikiyatristlerinden birinin konuşmacı olarak katıldığı bu seminer herkese açıktı, ben de gittim. Bu okul, Türkiye’nin şu anda herhalde en pahalı okulları sıralamasında ilk üçtedir. Konferans salonuna girdiğimde kendimi çok tuhaf hissettim. Bu da bir “seminer”di, bu da bir “konferans salonunda” düzenlenmişti. Ancak sabah girdiğim konferans salonuyla akşam girdiğim salon arasında değil dünyalar, kainatlar kadar fark vardı. İçerisi, en lüks gösteri merkezinden farksızdı. Tuvaletler tertemiz, pırıl pırıl, hatta fazla şıkır şıkırdı. Konferans salonunun içinde kırmızı katlanan koltuklar, ses düzeni, görüntülü ekran, kısacası olması gereken her şey (ve daha fazlası) vardı.
Bu ikinci konferans salonundaki bir başka çarpıcı gerçek de veli profiliydi. Hepsi çok iyi giyimli, hemen hemen eşit sayıda kadın ve erkeklerin bulunduğu bir kalabalıktı.
Çok garipti. Çok, çok farklıydı. Bu bahsettiğim iki okul birbirinden üç, bilemedin beş kilometre uzaklıktaydı. Biri devlet okulu, biri özel okuldu ve birinden birine okul demek diğerinin ne olduğunu düşündürüyordu.
Çok etkilendim ben bu iki salondan. Daha çarpıcı bir şekilde gözler önüne serilemezdi devlet okulu-özel okul gerçeği. Daha doğrusu, devlet okullu-özel okul ayrımının iki ucu. Gözümün önünden gitmiyor. Özel okulların (hepsi değil tabii ki) bunca imkanı olup, devletin kendi okullarını bu kadar ihmal etmesi (ki biz yine İstanbul’da, fiziki şartları iyi sayılabilecek bir okuldayız) inanılır gibi değil.
Devletin bu konudaki acizliğini anlatabilmek için şu kadarını söyleyeyim size: Bizim okulun bahçesinde gecekondu var. Evet, yanlış anlamadınız, okulun bahçesine gecekondu yapmışlar. Hem de bir değil, birkaç tane. Okul teslim alındığı 7-8 seneden beri, mahkeme kararı olmasına rağmen, çıkarılamıyorlarmış üstelik. Çocuklar okulun arka bahçesini kullanmak zorunda kalıyorlar, ön bahçe tamamen iptal bu gecekondular yüzünden. Olay kaç senedir yargı aşamasındaymış. Üstelik para da ödenmiş bu gecekonundu sahiplerine. Kendileri çıkmış, şimdi kiracıları oturuyormuş burada. Devletin arazisindeki kuralsız yapılanmayı devlet düzeltemiyor. Devlet, okulunun bahçesini çocuklarına kullandırtamıyor. Bu kadar da aciz.
Neyse, konuyu dağıtmayalım. Forma olayına dönecek olursak… Bu iki salon kıyaslamasının forma konusuyla nasıl ilintilendirileceğini okuyana bırakıyorum. Belki kendi içinde çelişiyor bile söylediklerim. Nitekim sistem öyle bir oturmuş, toplum öyle bir ayrışmış ki özel okula giden zaten kıyafet alabiliyor, devlet okuluna giden zaten alamıyor, iki kesim zaten pek kesişmiyor, herkes kendi aleminde, formayı kaldırsan n’olur, kaldırmasan n’olur denebilir belki.
bunu buldum en iyi secermisin nolur çok ihtiyacım var
Thank you for visiting our website wich cover about Türk Edebiyatı. We hope the information provided has been useful to you. Feel free to contact us if you have any questions or need further assistance. See you next time and dont miss to bookmark.