Sagot :
Cevap:
beyaz saçları görünen kaymakam en ileride, başı önü-
13ne eğili ve gözleri atının ıslak ıslak sivrilen kulaklarında, gidiyordu. Müddeiumumi sağında ve biraz acemice ve korkak, atın
üzerinde sallanıyor, bir türlü ateş almayan çakmağından sigarasını
yakmaya uğraşıyordu. Doktor ise kalender, gün görmüş bir
adamdı. Güzel tambur çalardı; şimdi de bıyıklarından sular akarak
hafif hafif ıslık çalıyor, bugünlerde çalıştığı, kemençeci usta
Nikolaki'nin mahur saz semaisini tekrar ediyordu.
Arkadan gelen dört candarma, yamçılarına bürünmüş ve
martinlerini sırtlarına çaprazlama asmışlardı. Yamçılar atların
kasıklarına kadar uzandığı ve tüylü, siyah bir ehram halinde
süvarisi ile hayvanını birleştirdiği için bir tek mahluk gibi gö-
rünüyorlardı.
İki saat kadar sonra Kuyucak'a geldiler. Çamurlu sokaklarda
hiç kimseler yoktu; yalnız çıplak ayaklı küçük bir kız çocuğu
elinde bir değnek ile, mütemadiyen bağıran ve çamurlu kanatlarını
telaşla çarparak koşan birkaç kazı kovalıyor, onları bir bahçe
çitinin alt tarafındaki ufak delikten içeri sokmak istiyordu. Atları
görünce, kenardaki ekşi kokusu ta uzaklara kadar yayılan bir
gübre yığınının üzerine çıktı; değneğini ayaklarının ucuna dayadı
ve büyük gözlerle geçenlere bakmaya başladı. Atlılar köşeyi
dönünce kazları olduğu gibi bıraktı, elinden değneğini atarak evine
koştu.
Gelenler hiç dinlenmeden, muhtarı da alarak cinayet yerine
gittiler. Burası köyün kenarındaki küçük, bahçeli bir evce-ğizdi.
İki kanatlı siyah bir kapıdan ufak fakat çiçekli bir bahçeye
giriliyor; iki sıra şimşir fidanlarının ve birkaç küçük kayısı
ağacının arasından geçildikten sonra karşıya tahta bir merdiven
çıkıyordu. Merdivenin üst başında Önlerine ilk gelen odaya
girdiler. Gördükleri manzara hepsinin, hatta bu gibi şeylere alışık
olan candarmaların bile tüylerini ürpertti:
Kapıdan girince sağ tarafta bir yük, onun biraz ötesinde
yüksek bir konsol vardı. Konsolun üzerinde bir cam fanusun altına
konulmuş eski usul bir saat, kırmızı gaz bezleriyle örtülü, abajurlu
iki petrol lambası, sarı yaldız çerçeveli büyükçe bir' ayna ve
aynanın üst tarafında duvarda, kılıflarıyla asılmış bir çift çakmaklı
tabanca duruyordu. Karşıda, perdeleri tamamen İnik olan
pencerelerin önünde, bütün duvar boyunca uzanan,
üzerirne halı döşeli alçak bir sedir, ve sedirin köşelerinde pazen
yüzlü minderlerle yastıklar, yastıkların üzerinde ise fiyonk yapılmış sırma işlemeli yağlıklar vardı. Sedirle kapı arasında,
ayakucu kapıya doğru bir yatak duruyor; yatağın üzerini tamamen
örten ve uçları biraz da yere uzanan yorganı hareketsiz iki insan
vücudu kabartıyordu.
Yatağın kenarından başlayıp odanın ortasına kadar yayılan ve
orada ufak bir gölcük meydana getiren pıhtılaşmış kanlar bu
odada birtakım hadiseler olduğunu söylüyordu.
Fakat odaya girenleri dehşet içinde bırakan ne bu bir miktar
kan, ne de yorganın altında görünmeden kabaran bu iki vücuttu;
onlar sedirin köşesinde diz çöküp oturan ve kendilerine sabit
gözlerle bakan küçük bir çocuk görmüşlerdi.
Kaymakam ıslak kalpağını biraz geriye attı, çocuğa doğru
yürüdü, bu esnada Doktor da yorganın kenarını kaldırarak ölüleri
muayeneye başlamıştı.
Kaymakam sordu:
"Sen kimsin oğlum?"
"Ben Yusuf um!"
"Kim Yusuf?"
"Etem Ağa'nın oğlu Yusuf!.."
Kaymakam şaşırmış gibi suallerini kesti. Çocuk ölenlerin
oğlu idi.
"Burada ne bekliyorsun?"
Eliyle ölüleri gösterdi:
"Nah, bunları bekliyorum!"
"Ne zamandan beri buradasın?"
"Akşamdan beri... Vukuattan sonra candarmaya koştum,
haber saldım, sonra yine geldim. Fıkaraları nasıl yalnız bırakayım..."
"Korkmuyor musun?"
"Anamla babam, nesinden korkayım..."
"Vukuat olduğu zaman da burada miydin?"
"Yanı başımızdaki odadaydım. Anam bağırınca uyandım,
koştum geldim ama, imansızlar ben gelene kadar babamı da,
anamı da kesmişler."
"Sana bir şey yapmadılar mı?"
Thank you for visiting our website wich cover about Türk Edebiyatı. We hope the information provided has been useful to you. Feel free to contact us if you have any questions or need further assistance. See you next time and dont miss to bookmark.