Bir Şeftali Bin Şeftali olayını yazarmısınız? acil!

Sagot :

Cevap:

Bir insan için hani denir ya çekirdekten yetişmedir diye, öyle yetişir bir şeftali ağacı da… Ya fidanken alacaksınız ya da toprağın altında çekirdek, çekirdeğin içinde tohum. Çekirdekten yetişen gün gelir sürgüne durur, bin çiçek verir; bin şeftali olur. Bir Şeftali Bin Şeftali isimli yarı masalımsı çocuk hikâyesinde Samed Behrengi bu durumu anlatır; yeri gelir bir şeftalinin ağzından yeri gelir şeftali ağacının ağzından.

Bir ağacı yaşatmanın hikâyesidir burada anlattığı. Meyve verecek olan filizlerin hikâyesidir. Doğa-insan ilişkisinin yanı sıra aynı zamanda dostluğun, sevginin de hikâyesidir. Adını zikrettiğim ve aşağıdaki satırlarda değineceğim masalını, Behrengi çocuklara hikâye olarak yazmıştır. Yazmıştır yazmasına da, büyükler de okuyabilir onun hikâyelerini.

Aynı kanaati paylaşıyorum diyen varsa hemen başlasın Behrengi’nin eserlerini okumaya ya da evlatlarına okutmaya.

Dilim döndüğünce bir masalını aktarıvereyim sizlere, aktarırken öyle bir aktarayım ki tamamını okumaya teşvik ederim düşüncesi beraberinde olsun.

Yapraklar, çiçekler ve gonca fikirler…

Bire bin veren ürün misali iyi bir şeftali ağacı da uygun koşulları yakaladığında on, yirmi, bin verir. Tıpkı iyi yetişmiş bir insan gibi. Öyle de olmalı, birken beş, beşken on ve uygun fikirler etrafında beş binler, on binler… Bir gitsek de bin gelmeli, denir ya hani, öyle de gelmeli! Öyleyse bugünden tezi yok, ağaca aşı yapar gibi aşılayalım biz de katıldığımız veya oluşturduğumuz fikirlerimizi. Düşünce, fikir dediğin deryadır… Gözden geçirelim yaşam tarzlarımızı, toplumla ilişkilerimizi, kültürümüzü, dar sosyal hayatlarımızı. Konuşalım, neleri ne kadar yaptığımızı, yapacağımızı ya da elveda üretimimize diyelim çarçabuk. Boş verelim kendimize dair üretime falan… Bilgimize, görgümüze, donanımımıza. Nasıl olsa sisteme yönelik üretim her sabah ve akşam var! Ve bizler yaşatıyoruz onu… Nasıl olsa herkes gibi yaşamaktan kendimizi alamıyoruz, nasıl olsa yapmaya, etmeye; kendimiz olmaya artık derman yok! Meyve verecek yaşı çoktan geçmişiz biz. Yıkılabiliriz!

Bağda düzene uymayan bir ağaç yetişiyor; meyvesini kimler yiyecek?

Sulak, bol ağaçlı bir bağ var, bu ağanın bağıdır. Bağın uzağında ise ağa tarafından küçük topraklara bölünüp köylülere satılmış bereketsiz bir arazi bulunmakta… Bu arazinin iki insanı daha var; Polat ile Sahip Ali. Ve bağda iki şeftali ağacı. Biri meyve verirken diğeri vermiyor. Hikâye, küçük ağacın meyvesinin ağanın kızına sunulmaya götürülürken sepetten düşmesiyle başlıyor. Aslında bu küçük ağaç, meyvesi olan, iri mi iri şeftali veren bir ağaç idi. Nasıl olmuş da bu hale gelmiş bir ona bakalım. Tabii, sonunu anlatmayalım; anlatmayalım ki aslından okunmayı hak eden bu eseri sizlere de salık verelim.

Sözü burada şeftali ağacına bırakalım:

“İlk bakışta görüleyim diye bahçıvan beni sepetin üstüne yerleştirmişti, bunun nedeni belki de öteki şeftalilerin hepsinden daha iri ve daha sulu olmamdı. Elbette kendimle övünüyor değilim. Büyüme ve irileşip olgunlaşma fırsatı bulan bütün şeftaliler kocaman ve sulu olurlar,

Dikkatsiz olanlar ve içlerine kurt girmesine, o kurdun çekirdeklerine varana kadar kendilerini

kemirmesine izin verenler dışında elbette.”

Polat ile Sahip Ali (ikisi de yedi-sekiz yaşlarındadır) iki kafadardır ve o gün amaçları meyve yemektir. O yüzden de her iki kafadar, ağanın mülkiyeti gözüken bağa bodoslamadan dalar.

Sahip Ali bir serzenişte bulunur:

“Bahçıvan ne var ne yok topluyor, hepsini götürüp köyün ağasına veriyor, lanet olası, hepimiz elimiz kolumuz bağlı oturduk, onun köyü yağmalamasına göz yumduk.”

O da ne; dikene basan Polat, bizim şeftaliyi keşfetmez mi! Yerden alır şeftaliyi.

Bu sefer şeftali konuşur:

klt1

“Etim yok oluyordu, çekirdeğim de yeni bir hayata başlamanın düşünü kuruyordu. Bir dakika sonra benden iz bile kalmayacaktı ortada ama çekirdeğim ne zaman ve nasıl büyümeye başlayacağını düşünüyordu. Aynı anda hem ölecektim hem de yeniden doğacaktım. Polat son bir kez ağzına aldı beni, kalan son etimi kopardı, yuttu, çekirdeğimi çıkardı. Artık bir şeftali değildim. Canlı birCanlı bir çekirdektim, sert bir kabuğum vardı, onun altında da yeni bir canlı tohum gizliyordum. Çekirdeğimi yarıp dışarı çıkmak ve yeniden büyümeye başlamak için sadece biraz dinlenmeye ve nemli toprağa gereksinmem vardı.”

Sonrasında Sahip Ali çekirdeği ahıra götürür, bir köşede yığılı gübreye bir çukur açıp çekirdeği gömer.

Planları; kendilerine ait bir şeftali ağaçlarının olması üzerinedir

Bağın kuytu bir köşesinde bir toprak yığınının arkasında yer kazılır ve iki kafadar tarafından çekirdek toprağa gömülür. Sonra elleriyle yeri düzlerler ve giderler. Kendi toprakları kayalık ve susuz olduğundan en ideal yer ağanın bağıdır. Fakat unutulmaması gereken bir nokta da beraberinde oluşmaktadır; toprak onu işleyenindir. Ağacı yetiştirdikleri bu küçük toprak parçası da bundan böyle bu iki kafadarındır. Ağacın başına ağa tarafından kötü bir hal gelirse, ağaya ve onun hizmetinde olan bahçıvana karşı dik durup ağacı koruyacaklardır.

Sonbaharda Polat, ağacın yanına uzunca bir süre sonra çıkagelmiştir. Yalnızdır, kederlidir. Dostu Sahip Ali’yi kaybetmiştir. Sahip Ali şeftali ağacına gübre olur diye yılan avına çıkmıştır fakat yılanın kendisini sokması sonucu ölmüştür.

Behrengi ağacı yeniden konuşturur:

“Polat yeniden ağlamaya başladı. Sahip Ali ile Polat’ı ne kadar sevdiğimi o zaman hissettim. Sahip Ali’yi bir daha görmeyeceğimi anladığımda öyle üzüldüm ki; bütün yapraklarım döküldü, sonsuza kadar kurudum, çiçeksiz kaldım.”

Polat ise artık, köyden uzaklaşma niyetindedir. Nereye baksa Sahip Ali’nin görüntüsü, nereye gitse ondan gelen bir ses…

Polat’ın ayağa kalkıp yanından ayrılmak üzere olduğunu gören şeftali, kendini Polat’ın ayağının dibine düşürür. Polat şeftaliyi alır, koklar, tozunu silker ve ağacın bütün gövdesine sarılır öyle gider.

Yarı masal havasındaki bu hikâyeyi dilerseniz burada keselim.

Samed Behrengi’nin Bir Şeftali Bin Şeftalisine yakından bir bakış

Bu çocuk hikâyesi, iki kafadarın üretmenin korkusunu değil, coşkusunu yaşadığı ve bunu dile getirdikleri bir hikâyedir. Ancak hikâyenin sonrasında ‘onlar ermiş muradına’ durumu gerçekleşmez.

Koşullar uygunsa, cinsi elveriyorsa bir iki yıla kadar meyvesini verir şeftali ağacı.

Kök salamamak bir ağaç içini iyi değildir şüphesiz. Bırakın, sert bir rüzgârın dallarını kırmasını, tam olarak toprağını bulamazsa, suyuna erişemezse serpilip gelişemez ağaç. Bu gibi engelle pek karşılaşmaması lazım ki ağacımız

meyvesini versin. İri, olgun şeftaliler… Daha çok meyve verecekken meyve veremez duruma düşmesin diyedir, bu endişeler. Aksi taktirde… İşte o zaman kurur ağaç. İçten içe çürür. Oysa bizim ağaçta bu engellerin zerresi yok. Peki, tasası nerden?

Bizim ağaç, uydumcu bir ağaç değil ki boyun eğsin ağanın hizmetkârı olan bahçıvana… Meyvesinin ağırlığından dolayı eğebilir eğerse boynunu… Bahçıvanın sözlerine kanmaz, tehdit içeren sözüne aldırmaz bizim ağaç. Meyvesini hep sevdiklerine saklar. Sevmediği birisi oldu mu, meyvesini gizler. Onun tavrı; ‘sevdiğine insan, neleri neleri vermez ki’ misalidir.

***