Sagot :
Cevap:
KISA
Karakterler Cevher Bican: On yedi yaşında köyden şehre çalışmak için gelen korkuları, ümitleri, hayalleri, hayal kırıklıklarına dönüşmüş bir gençtir. Büyük umutlarla geldiği şehirde grevle hakkını ararken hayatını kaybetmiştir. Konusu Tarım toplumundan sanayileşmeye giden yolda insanların ve doğanın adapte olmaları anlatılırken, sanayileşmenin getirdiği olumsuzluklar ve insanların hayat koşturmacası içinde manevi değerlerini de yitirdikleri konu edilmiş.1980 öncesi dönemi anlatan hikayede, siyasal hareketlerin başladığı, sendikaların kurulması ve grevlerin yaşandığı olaylar resmedilmiştir. Yokuşa Akan Sular Özeti Cevher Bican, Kars’ın Sarıkamış ilçesinden dayısının ona iş bulmasıyla İstanbul’a gelir. Bican, daha 17 yaşındadır. Kalıcı olmak için geldiği şehirde tuttuğu işin, bastığı toprağın acemisidir. Burada hiçbir şeyin asıl rengi belli değildir. Ne yeşilin rengi yeşil, ne mavinin rengi mavidir. İnsanlar geçim derdinden, iş koşturmacasından ibadetlerini, manevi değerlerini dahi unutur hale gelmişlerdir. Bican alışamadığı toplumun yeni alışkanlıklarını yadırgarken bir yandan da hayata tutunmaya çalışır. Hayatında ilk defa duyduğu referandum kelimesiyle siyasi hareketlerin anlamını, sendikaların kurulmasıyla grevlerle, iş ve işçi haklarını öğrenir. Bican ve onun gibi işçi arkadaşları, alın terlerini toprağın üzerinde bırakarak çalışmaya geldikleri fabrikaların tozu, isi ciğerlerine dolduğu için hasta oluyor hatta ölüyorlardır. Makinaların sesini ancak kendi sesleriyle hak arayarak bastırabileceklerdir. Bican ve arkadaşlarının başarmak istedikleri şey, suyun yokuşa akmasını sağlamak kadar zordur. Bir gün yine yaptıkları bir grev esnasında Bican kör kurşunun hedefi olur ve ölür.
UZUN
Küçük mavi, pembe çiçekler serpilidir. Yeşilin saydam uçları çimenlerde. Su domur domurdur. Çakıllarda eleğimsemalar. Görülmemiş, tutulmamış bir güzellik. Kirletilmemiş bir su.
Dağlardan ceylanlar iner. Göğün tüllenen kızıllığı laciverde koşarken, kenarında saygıyla dururlar. Tek dal, tek yaprak kıpırdamaz. Bir ân-ı vahitte kalırlar. Sonra eğilip içerler.
Sen bir musluğa eğiliyorsun. Topraktan kopmuşsuya. Klor kokuyor elin ayağın.
O canım fayanslardan döşüyorsun. Sonra pırıl pırıl ”sıhhî tesisat armatürleri”.Yollar tarlalar dağlar aşıyor, içine insan sığan borular, dozerler çalışıyor türlü kanallar açıyor. Sonra yeni buluşlar; filtreler. Lağım sularından deniz suyundan yahut o içinde it leşleri yüzen, şişmiş yumuşamış, tüyleri dökülüp pelteleşmiş, karnı deşilip barsakları parlamış it leşleri yüzen, beton labirentlerin çöplüklerinden süzülüp gelen su birikintilerinin toplandığı gölcüklerden. Ağır, yağlı , üzerinde iri yeşil sineklerin uçuştuğu mülevves gölcüklerden pompalarla basılıp, zorla itilen bir türlü akmayı beceremeyen ”git ak musluklardan” diye kırbaçlanan o maviyi.
O maviyi poliüretanlı mono blok gövdeli yerlerde saklamaya mecbursun. Bohemya kristallerinde sunmak için.
Bastığın yeri toprak diyerek geçme tanı artık.
O betondur, senin yeni vatanın. Asfalttır, parkedir, halıflex’dir.
Koşuyorsun, ciğerlerinde eksoz gümbürtüleri. Ayaklarında lastik. Üç öğün naylon yemektesin. Ara toprağı. Toprak bizim canımız petrol olsun kanımız.
Göz alabildiğine uzanıp giden bozkır. Parlayan gün, esen yel. Kekik kokulu rüzgâr. Kulpuna yapıştırdığın sabandır. Demirini sen dövdün. Boyunduruk kayışını yağlayıp, ağacı sen kestin.Senin o asırlık ellerinde yoğruldu bu alet.Bu tosunlar senin ellerinde doğdu.Bastığın o toprak,güneşe kavuşup şehvetle gerilen anaç tarla, şu kesik kesik öten boz sakallı tarla kuşu,uzaklarda yayılan sürü senin.Terleyip terleyip de ağzına diktiğin toprak testiyi sen yaptın.Terin boğazına karıştı,toprak sana…
Birazdan ziller çalacak.
Gece vardiyası boşanacak. Sil gözlerini. Karşıda bütün farlarını yakıp uluyan, düğmeleri, levyeleri ve olanca dişlileri ile bilenip seni bekleyen fabrikaya koş.Kaderini kucakla.Tüylerin diken diken olurken sarıl o demirden yabancı kadınlara. Motor sesleri ile sarhoş çarklardan kayışlardan nağmelere kapıl. Metal parıltısı karışsın gözbebeklerine, kanlı kanlı bak. Elindeki anahtarın ismi gâvurcadır ezberle. Bu efsunkar gece uzar gider yıldızlara kadar. Düş içine, düş içinde.
Sakın altı otuz beş trenini unutma. Koşacaksın. Nefes nefese kalacaksın. Siren sesleri ile ürpereceksin. Vinçlerin boşlukta sallanan pençelerinden kan damlayacak. Saçlarında demir tozları. Artık başakları istesen de düşünemezsin. O rüzgârda sallanan türküleri. Sıcak tandır ekmeğinin üzerine cızırdayan tereyağını, yayıktan boşalan ayranı, kınalı elleri.
Unut sabah namazında safta durmayı. Nöbettesin. Unut amcaoğlunun cenazesini, fazla mesai. Boynundaki hamaylı çöz at, güldürme kimseyi yavuklunun verdiği çevreyi göstererek. Bak eller dünyayı değiştirmişler, sen de değiştir dünyayı. Yarınlar senin.
Çoçuğunu başkaları büyütecek, hafta sonları görürsün. Aşını başkaları pişirecek. Karını akşamdan akşama bulursun. yorgunluktan kemiklerin sızlayacak aldırma. Taksitle al evini, taksitle döşe,taksitle yaşa. Seni de başkaları inan buna. Ziller düğmeler levyeler planlar çok uluslu şirketler. Evet anladık bostana su sabah serininde girermiş ayrılık olur deyi, gözden öpmek iyi değilmiş, tohum ekmeden önce iki rekat namaz kılıp “kurdunan kuşunan, eşine, dostunan yemek nasip eyle ” demek gerekmiş.
Bırak şimdi bunları bak çalıştığın inşaat elli sekiz haneli bir köy artık. Bu yeni köyde bir yer kapmaya bak. Greve git ”sınıf bilinci”ne ulaş. Evet, yamuk tarlanın başına diktiğin zerdaliler kurumuştur, tarlayı ot basmıştır. Merek yıkılacak yaz gecelerinde halaya durup harman makinesinde savrulan saman tozları na bulaşıp derin derelerden aşağılara doğru süzülen türküler unutulacaktır. Demirdöküm’ün önünde davul zurna kurup horon oynayan beyaz önlüklü grev gözcülerine şaşma. Onların çocukları artık horon oynayamayacaklar. Bir dünyanın eşiğindesin. Eğilip eğilip bakıyorsun. Özlemlerin, hasletlerin hâsılı her şeyin arkada kaldı. Kalacak, unutulacak. Güçlenen, süren önündeki dünya…
Sen de bu dünyanın saliki olacak mısın?
Adına ayrılmış proleter bir koltuğa gömülecek misin?
Dişlerin dökülecek, böbreklerinde kum, kalbinde ufak bir spazm olacak diyorlar. Bütün bunları ve daha başka şeyleri söylüyorlar. Jelatinden salatalar, orlondan kremalar neler.
Korkulusun, şaşkınsın, yabancısın diyor Mustafa Kutlu hikayesinin mukaddimesinde.
Köyden şehre gelmiş bir genç var; adı Bican. Şehir hayatına uyum sağlamaya çalışan, memleketinden kilometrelerce uzak bu beton çerçeveli manzara resmine tutunmaya çalışan bir genç bu.
Çevresinde kendisine benzeyen birçok kişi var aslında. Memleketleri farklı dertleri aynı bu insanların, tek çabaları yabancı oldukları bu garip şehirde yaşama tutunmak. İşte ”Yokuşa Akan Sular” da onların hikayesini anlatıyor.
Dramatik bir sonla bitiyor.
#ddersders
UMARIM YARDIMCI OLABİLMİŞİMDİR✨
İYİ DERSLER ✨
Thank you for visiting our website wich cover about Türk Edebiyatı. We hope the information provided has been useful to you. Feel free to contact us if you have any questions or need further assistance. See you next time and dont miss to bookmark.