S
ofranın etrafında yedi kişiydiler.
Bir gün, Mir'at-i Şuun (Olayların Aynası gazetesi)
sahib-i imtiyazı (imtiyaz sahibi) Hüseyin Baha
Efendi, matbaaya çehresinde (yüzünde) bir başka sevinç pa-
rildayarak girdiği zaman dört nüshadan beri devam eden "Da-
hili Sanatlar" (Ulusal Sanatlar başlıklı) makalesinin altına son
kelimesini iri bir yazı şeklinde karalamakla meşgul olan baş-
muharrir Ali Şekip'e demişti ki:
-Yarın değil öbür gün, Mir'at-i Şuun onuncu senesinin üç
yüz altmış beşinci gününü ikmâl ediyor (tamamlıyor). Çar-
şamba günü için...
Ali Şekip hemen cevap vermişti:
-Hiçbir şey yazamam. Ziyafet verilmeyince bir satır yazı yok.
Bu gece işte, Tepebaşı Bahçesi'nde yazı heyetine o ziya-
fet veriliyordu.
Davetliler, Mir'at-i Şuun ceridesi (gazetesi) muharrirlerin-
den ibaretti (yazarlarından oluşuyordu). Bütün bu gençler, dört
saat hep içmişler, bir saat hep yemişlerdi. Şimdi parmakları-
nin arasında karnı doyduktan sonra yalnız meşgul olmak için
oyalananlara mahsus gevşek bir eda ile yavaş yavaş yuvarla-
dığı bir elmanın kabuğunu bir parçada çıkarmaya çalışan Ali
Şekip'ten başka, hepsi, sandalyelerinin vaziyetini tebdil etmiş-
ler (duruşunu değiştirmişler); sofradan az çok çekilmişlerdi