Sagot :
Cevap:
EN IYI SECERSEN SEVINIRIM
Açıklama:
Hikayemizi Okuyan Kişi Sayısı: 2.770
Teşekkürler Öğretmenim / Dini masallar
Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla
Ey iman edenler, Bir topluluk bir diğerini alaya almasın Belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Hucurat Suresi 11. Ayet
Sabahın tatlı aydınlığı evin pencerelerinden içeri süzülüyordu. Zehra uyandı, Yatağını düzelti ve Kahvaltıyı hazırlayan annesine ”Hayırlı sabahlar anneciğim” dedi. Onu yanaklarından öptü, Ali de ablası gibi annesini öptü. Kahvaltıdan sonra iki kardeş, Okula gitmek üzere evden ayrıldılar. Güneşin ilk ışıkları Çocukların saçlarını okşarken, Okulun bahçesi Çocuk sesleri ile dolup taşıyordu. Zehra Bahçede arkadaşları ile karşılaştı, Aliye ”Teneffüste görüşmek üzere” Dedikten sonra Onların yanına gitti. Ali de arkadaşlarıyla buluşmuştu. Onlar konuşup şakalaşırken, Zil çaldı ve Herkes sınıfına gitti.
Ali Her zamanki gibi yerine, Yani sıra arkadaşı Ahmet’in yanına oturmuştu, ilk ders Türkçeydi, Öğretmen sınıfa girer girmez çocuklar hep birlikte ayağa kalktılar, Öğretmen ”Buyurun” deyince sessizce yerlerine oturdular. Öğretmen ” Çocuklar, Bugünkü konumuz sıfatlar. Bugün Uzun – kısa, Güzel – Çirkin, yüksek – Alçak Ve benzeri sıfatları tanımaya çalışacağız” dedi. Daha sonra öğretmen çocuklardan Kısa kelimesi ile ilgili bir cümle kurmasını istedi. İlkin Ali parmak kaldırdı, Öğretmen ”Evet Ali seni dinliyorum”, Ali yanındaki arkadaşını göstererek ”Ahmet kısa bir çocuktur” dedi. Bütün sınıf kahkaha ile gülmeye başladılar. Ahmet Kendisine yönelen parmaklar ve alaycı bakışların altında içine gömüldü sanki. Öğretmen Ali’yi azarlar bir ses tonuyla yerini oturttu ve Ders kaldığı yerden devam etti.
Ali Teneffüste ablası Zehra ile buluştu. Ona olup bitenler anlatırken bir yandan da gülüyordu. Zehra Kaşlarını çatarak, ”Bana bak Sen arkadaşlarına karşı Yaptığım bu terbiyesizliği komik mi buluyorsun, Bütün sınıfın önünde Ahmet’i küçük düşürdüğünün farkında değilsin galiba, Şu anda çok üzgün olmalı, Çünkü sen onunla alay ettin. Hemen gidip ondan özür dilemelisin”. Ali utancından başını önüne eğdi ve Ne diyeceğini şaşırmıştı. İkinci derste Ali, Ahmet ile şakalaşma ya çalıştı, Ancak Ahmet Onu duymazlıktan geldiği gibi Suratını asarak Yüzünü Diğer yöne çevirdi. Ali Arkadaşını gerçekten kırdığını ve Ona karşı yanlış bir harekette bulunduğunu anlamıştı.
Ali ders biter bitmez öğretmenin yanına gitti, ”Öğretmenim, Arkadaşım Ahmet benimle konuşmuyor, Bana bakmıyor bile”. Öğretmen ”Bak yavrum Sen bir önceki derste onunla alay ettin, Kısa boylu olduğu için onu küçümsedin. Ben Onun Bu sözden ötürü nasıl incinip gücendiğini gördüm deyince, Ali ”ama öğretmenim Sadece şaka yapmak istemiştim”. Öğretmen, Ahmet’i yanına çağırarak ”Ahmet’ciğim, Ali senin onunla konuşmadığını söylüyor doğru mu?”. Deyince, Ahmet kızgınca, ”O geçen derste bana kısa dedi. Arkadaşlarımın yanında komik duruma düşürdü beni”. Ali araya girdi ve ”Hayır, Ama ben seninle alay etmek istememiştim. Sadece şaka olsun diye, Şaka olsun diye öyle söyledim inan bana”. Ahmet sustu, Hiçbir cevap vermedi.
Öğretmen, ”Ali’ciğim, Sen yüce Rabb’imizin *Ey iman edenler, Bir topluluk Bir diğerini alaya almasın, Belki de onlar kendilerinden daha iyidirler.* Diye buyurdun Hiç duymadın mı?” Deyince. Ali başını önüne eğerek, ”inan çok üzgünüm Ahmet, Bütün sınıfın önünde senden özür dileyeceğim, Buna izin verir misiniz öğretmenim?”
Ders saati başlamadan önce Ali ayağa kalktı ve ”Arkadaşlar Hepinizin huzurunda yaptığım o çirkin hareketten ve sözlerden dolayı özür diliyorum. Ahmet arkadaşımdan da özrümü kabul etmesini rica ediyorum”. Ahmet Arkadaşının bu isteğini gülümseyerek karşılık verdi ”Evet kardeşim Seni affediyorum. Biz yine eskisi gibi, Hatta daha iyi iki arkadaş olarak kalabiliriz”. Ali sevinçle teşekkür ederim öğretmenim Bu fırsatı verdiğiniz ve Rabbimizin ayetini öğrettiğiniz için çok teşekkür ederim. Ali ve Ahmet’in barışması sınıfı sevindirmişti. Hemen Hepsi iki arkadaşın başına toplanarak,Hangi ayetten söz ettiklerini öğrenmek istediler.
Bu hikayeden neler öğrendik kısaca değinelim mi?
*ilk olarak; Rabb’imiz Biz insanları değerli kılmış ve En güzel şekilde yaratmıştır. insanın Uzun ya da kısa, sevimli ya da sevimsiz olması kendi elinde değildir.
*ikinci olarak; En kötü huylardan biri, Başkalarını küçümsemek ve sahip oldukları sıfatlardan dolayı alay konusu etmektir. Bu yüzden kur’an-ı Kerim Bizi bu Davranıştan sakındırır. Bu ahlaka sahip olanlara şunu hatırlatır. <<Alay ettiğiniz insanların, Allah’a iman kulluk ve takva bakımından Sizden daha hayırlı olabileceklerini unutmayın. >>
*üçüncü olarak; Bir müslüman bu kötü ahlaktan uzak durmalıdır. Çünkü bu davranış Allah ve resulünü gazaplandırır, Ayrıca Günaha bulaşanlar Uyarılmalıdırlar ki insanlar arasında Sevgi ve dostluk Bağları güçlensin
Cevap:
bir öğretmen hikayesi
öğretmenin adı bayan thompson’du ve 5. sınıf öğrencilerinin önünde ayakta durduğu ilk gün onlara bir yalan söyledi. çoğu öğretmen gibi, onlara baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi. bu mümkün değildi, çünkü orada en önde, sırasına adeta çökmüş gibi oturan küçük bir öğrenci vardı.adı teddy stoddard. bir önceki yıl, bayan thompson, teddy’i gözlemiş, onun diğer çocuklarla oynayamadığını; giysilerinin kirli ve kendinin de hep banyo yapması gereken bir halde olduğunu görmüştü ve teddy mutsuz da olabilirdi.çalıştığı okulda bayan thompson, her öğrencinin geçmişteki kayıtlarını incelemekle de görevlendirilmişti ve teddy’nin bilgilerini en sona bırakmıştı. onun dosyasını incelediğinde şaşırdı. çünkü; birinci sınıf öğretmeni: “teddy zeki bir çocuk ve her an gülmeye hazır. ödevlerini düzenli olarak yapıyor ve çok iyi huylu… ve arkadaşları onunla olmaktan mutlu…” diye yazmıştı.ikinci sınıf öğretmeni: “mükemmel bir öğrenci, arkadaşları tarafından sevilen, fakat evde annesinin amansız hastalığı onu üzüyor ve sanırım evdeki yaşamı çok zor..” diyordu.üçüncü sınıf öğretmeni: “annesinin ölümü onun için çok zor oldu. babası ona yeterince ilgi gösteremiyor ve eğer bir şeyler yapılmazsa evdeki olumsuz yaşam onu etkileyecek.“ diye yazmıştı.dördüncü sınıf öğretmenine gelince: “teddy içine kapanık ve okula hiç ilgi göstermiyor, hiç arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor.” demişti.şimdi bayan thompson sorunu çözmüştü ve kendinden utanıyordu. öğrenciler ona güzel kağıtlara sarılmış süslü kurdelelerle paketlenmiş yeni yıl hediyeleri getirdiğinde kendini daha da kötü hissetti. çünkü teddy’nin armağanı kaba kahverengi bir kese kağıdına beceriksizce sarılmıştı. bunu diğer öğrencilerin önünde açmak ona çok acı verdi.bazıları, paketten çıkan sahte taşlardan yapılmış, birkaç taşı düşmüş bileziği ve üçte biri dolu parfüm şişesini görünce gülmeye başladılar, fakat öğretmen, bileziğin ne kadar zarif olduğunu söyleyerek ve parfümden de birkaç damlayı bileğine damlatarak onların bu gülmelerini bastırdı.o gün okuldan sonra teddy öğretmenin yanına gelerek; “bayan thompson, bugün hep annem gibi koktunuz” dedi.çocuklar gittikten sonra öğretmen yaklaşık bir saat kadar ağladı. o günden sonra da çocuklara okuma, yazma, matematik öğretmekten vaz geçerek onları eğitmeye başladı. teddy’ye özel bir ilgi gösterdi. onunla çalışırken zekasının tekrar canlandığını hissetti. ona cesaret verdikçe çocuk gelişiyordu. yılın sonuna dek, teddy sınıfın en çalışkan öğrencilerinden biri olmuştu. öğretmenin, hepinizi aynı derecede seviyorum yalanına karşın teddy, onun en sevdiği öğrenci olmuştu.
bir yıl sonra, kapısının altında bir not buldu.teddy’dendi. tüm yaşantısındaki en iyi öğretmenin kendisi olduğunu yazıyordu. ondan yeni bir not alana kadar 6 yıl geçti. notunda liseyi bitirdiğini ve sınıfındaki üçüncü en iyi öğrenci olduğunu ve bayan thompson’un halâ hayatında gördüğü en iyi öğretmen olduğunu yazıyordu.dört yıl sonra, bir mektup daha aldı teddy’den. o arada zamanın onun için zor olduğunu, çünkü üniversitede okuduğunu ve çok iyi dereceyle mezun olmak için çok çaba sarf etmesi gerektiğini yazıyordu. ve bayan thompson halâ onun hayatında tanıdığı en iyi öğretmendi. daha sonra dört yıl daha geçti ve bir mektup daha geldi. çok iyi bir dereceyle üniversiteden mezun olduğunu ama daha ileriye gitmek istediğini yazıyordu. ve halâ bayan thompson, onun tanıdığı ve en çok sevdiği öğretmendi. bu kez mektubun altındaki imza biraz daha uzundu. theodore f. stoddard, tıp doktoru.bu öykü burda bitmedi. ilkbaharda bir mektup daha aldı bayan thompson. teddy hayatının kızıyla tanıştığını ve evleneceğini yazmıştı. babasının birkaç yıl önce öldüğünü, bayan thompson’un düğünde damadın anne ve babası için ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu. tabii ki oturabilirdi.
tahmin edin ne oldu? bayan thompson törene giderken özenle sakladığı birkaç taşı düşmüş olan o bileziği taktı, teddy’nin ona verdiği ve annesi gibi koktuğunu söylediği parfümden sürmeyi de ihmal etmedi.birbirlerini sevgiyle kucaklarlarken, teddy, onun kulağına “bana inandığınız için çok teşekkürler bayan thompson, kendimi önemli hissetmemi sağladığınız için ve beni böyle değiştirdiğiniz için de…” diye fısıldadı.bayan thompson gözünde yaşlarla ona karşılık verdi: “yanılıyorsun teddy… ben değil, sen bana öğrettin. seninle karşılaşıncaya kadar ben öğretmenliği bilmiyormuşum.
öğretmenliğe dair mükemmel bir hikaye…
“hatice öğretmen yeni mezun olmuştu fakülteden…anadolunun steplerinin güneşin sıcağı altında cayır cayır yandığı, buğday başaklarının çoktan sarardığı bir köyün tek öğretmenli 5 derslikli okulunda görev yapmaktaydı.
ilk iş olarak kendisinden önceki öğretmenlerin öğrenciler hakkındaki görüş ve gözlemlerinin bulunduğu dosyaları inceledi…hepsi için birkaç yorum, yuvarlak cümleler yazıldığını gördü.
aralarından en çok mehmet adlı öğrencisi dikkatinin çekmişti. mehmet 5. sınıf öğrencisiydi. ruhsal dosyasında her yıl için birer cümle yazılmıştı önceki öğretmenleri tarafından;
“1. sınıf: mehmet; yaşıtlarına göre daha zayıf ve çelimsiz. ama gözlerinden ateş çıkıyor adeta. zeka pırıltılarının yayılmasını üzerindeki abisinden kaldığı belli büyüklükteki elbiseleri ile siyah lastik ayakkabıları dahi engellemekete…babasının, mehmet daha bebek iken ölmüş olması, onu, çocuk saflığından çıkarmış, annnesinin hayatındaki yükünü sırtlaması gereken bir büyük adam yapmış.
2. sınıf: mehmet; bu yıl çok durgun, dalga dalga büyüyen bir denizin sahildeki son çırpınışları gibi. annesinin hastalığı, tedavisindeki güçlüklere göğüs germesi sanırım onu yorgun düşürdü.
3. sınıf: mehmet bu yıl neredeyse bambaşka birisi oldu. derslerine artık ilgi göstermiyor. birkaç defa sınıfta uyuyakaldı. arkadaşlarından birisi bugün onu okul duvarının yanında yere bağdaş kurmuş ağlarken gördüğünü söyledi…annesinin ölümü ile hayatın sona erdiğini düşünüyor.
4. sınıf: mehmet okula devam etmesi gerektiğinin bilincinde değil. okulda bulunduğu sıralarda ise gözleri donuk, aklı başka biryerlerde…güzel hayaller kurmadığı belli…”
evet işte bir öğrencinin yüksekten düşüşünün hikayesi buydu. hatice öğretmen sınıf öğretmen idi ama biliyordu ki; mesleği onu bazen bir çocuğa ana, bir başkasına abla olmasını gerektiğini emrediyordu.
bugün 24 kasım. hatice öğretmen daha bir gururla, daha bir neşe ile doğruldu yatağından. kendinceen güzel olduğunu düşündüğü elbisesini giydi…bir yarım saat sonra tek odalı lojmandan çıktı. okulun kapısını açtı, pencereleri açtı, sınıfı havalandırdı.
az sonra okul bahçesinden “kuş cıvıltıları” gelmeye başlamıştı. dışarı çıktı, çocukalr sıra oldular ve hep bir ağızdan çoşkuyla başladılar. “türküm, doğruyum, çalışkanım,.”
önce öğrenciler içeri girdiler sonra hatice öğretmen. önce bir öğrenci sonra diğerleri üşüştüler başına, önce elini öpüyorlar, sonra hediyelerini masanın üzerine bırakıyorlardı. en son mehmet geldi masanın yanına, başı önde, utana sıkıla eski bir gazete kağıdına sardığı ama özenle bantlanarak paketlendiği belli hediyesini masanın üzerine bıraktı. yerine geçti. gözleri doldu, elleri titredi, dizlerinin bağı çözüldü hatice öğretmenin…mesleğinin ilk yılıydı ve ilk öğretmenler günüydü. kendisini çabuk toparladı, öğrencilerden birisi hediyelerini açmasını istedi.
hediyeleri tek tek açıyordu hatice öğretmen, çok güzel saç tokaları, rengarenk çoraplar, işlemeli mendiller… dikkat etti her hediye paketinin açılışında mehmet sırasında daha bir küçülüyor, daha bir eziliyordu. sıra gazeteye sarılı pakete geldi, açtı…içinden birkaç taşı düşmüş bir bakır bilezik ile yarısı boşalmış bir şişede parfüm denemez durumda bir çeşit esans duruyordu. arkadaşları hafifçe gülüştüler. hatice öğretmen mehmetîn yanına gitti, yanaklarından öptü, sınıfa seslendi;
– “en güzel hediyeyi mehmet getirmiş.” mehmet birden doğruldu gülümsedi. hatice öğretmen anlamıştı bileziğinde esansın da mehmet‘in annesinden kalan birer hatıra olduğunu.
ertesi gün hatice öğretmen sınıfa girmeden önce bileziği taktı, kokuyu sürdü. günün sonunda mehmet hatice öğretmene tek bir cümle söyledi;
– “öğretmenim bugün bütün gün annem gibi koktunuz…”
o gün mehmet için bir milat olmuştu. zeka pırıltılarının üzerindeki tozlardan birkaç günde silkindi…gözlerindeki ateş tekrar yerine geldi. bir hırs ile derslerine verdi kendisini. ve nihayet yatılı okul sınavlarını zor da olsa kazandı.
aradan üç yıl geçti. bir mektup geldi hatice öğretmene mehmet‘ten. mektupta “8. sınıfı bitirdim ve artık fen lisesinde okuyacağını ama değişmeyen şeyin hala, hatice öğretmenin kendi hayatındaki en iyi öğretmen olduğu”nu söylüyordu mehmet.
bir kaç yıl sonra mehmet‘ten bir başka mektup daha geldi…”tıp fakültesinin kazandığını, artık daha çok çalışması gerektiğini bildiğini ve hala hatice öğretmenin hayatındaki en iyi öğretmen olduğu” nu söylüyordu mehmet.
ve bir mektup daha geldi 6 yıl sonra mehmet‘ten…”okulu 3.lük ile bitirdiğini, bu sırada bir kız ile tanıştığını ve evlenmeye karar verdiklerini, kendisinden bu törende annesinin yapması gereken temsil işini yapıp yapamayacağını” soruyordu mehmet. “elbette” diye cevap yazdı hatice öğretmen. nikah günü geldiğinde damadının annesine ayrılan yere oturdu hatice öğretmen. imzalar atıldı, mehmet ve eşi ellerinden öptüler hatice öğretmenin ve gelin
“- bileziğiniz ne kadar orjinal ne kadar hoş” derken mehmet gururlanmıştı.
eşinin sözlerine bir cümle de kendisi ekledi;
“- öğretmenim bugün yine annem gibi kokuyorsunuz…”
öğretmenler günü hediyesi
emekli olduğum o günden beri her eylül ve her öğretmenler günü hüzün veriyor bana. okulların açıldığı ya da açılacağı ile ilgili bir şey duymak istemem. ben olmayacağım artık okulda, sınıfta. çocuk sesleri çınlamayacak kulaklarımda. 24 kasımda da hiç kalkmak istemem yatağımdan. benim günümü kutlamak için şiir okuyacak öğrencilerim yok artık.
işte böyle hüzün dolu bir kasım sabahı istemeyerek kalktım yatağımdan. sanki kalkmamı bekliyormuş telefon. durmadan çalmaya başladı. kimler aramadı ki…annem, kardeşlerim, yeğenlerim. en önemlisi öğrencilerim. kimi bir meslek sahibi, evli; kimisi üniversite öğrencisi. kimi baba ya da anne. hepsinin ortak hitap şekli ‘öğretmenim’. öyle mutlu etti ki bu telefon görüşmeleri beni, ağladım. güzel dileklerle kutladılar günümü.
‘işte en güzel hediye bu, hatırlanmak’ derken telefonum yeniden çaldı. sıcacık bir ses ‘öğretmenim’ dedi. öyle tanıdık ve öyle candan geliyordu ki ses, durdum tanımaya çalıştım ama ben tanıyamadan ses kendini tanıttı: ‘öğretmenim ben gülay, hani…’ cümlenin devamını dinleyemedim bile; yıllar öncesi canlandı gözlerimin önünde.
küçük bir kasaba, sırtını çam ağaçlarıyla dolu bir tepeye dayamış. tepenin eteğinde eski, dökük bir okul. okulun bahçesinde koşuşan öğrenciler. işte siyah önlüklü o öğrenciler arasında şu örgülü saçlı, hep aynı köşede duran kız öğrenci ‘gülay’.
esmer, ufak tefek ama oldukça zeki bir öğrenciydi. sessiz, vakar duruşlu, sorulmadan cevap vermeyen gülay okumaya çok hevesliydi. ödevlerini özenle yapar, derslerine düzenli olarak hazırlanıp gelirdi okula. ailesi zor günler yaşıyordu o yıllarda. babası yıllarca çalıştığı fabrikadan çıkarılmıştı. annesi başkalarına halı dokuyor, beslediği ineklerin sütünü, yoğurdunu, yağını satıp üç beş kuruş kazanmaya çalışıyordu. bu zor günlerde babası ağır bir hastalığa yakalandı. ve teşhis maalesef acıydı, kanser…herksin duyduğunda hayatı kararan bu hastalık onların ocağına da düşmüştü.
gülay okulunu bitirdiği yaz babası vefat etti. ben onu teselli bile edemedim. tam o günlerde tayinim çıktı. veda etmeye gittiğimde mutlaka okumasını öğütledim, nasıl okuyacağını düşünmeden. ayrılmak çok zor oldu. babasının acısına benim yokluğumu da eklemiş güzel kızım. ben birkaç kez aradım. sonra ulaşamadım, kendi dertlerim arasında unuttum belki de gülay’ı. aklıma gelmiyor değildi ama iletişim kopmuştu bir şekilde. bir ara evlendiğini duydum, üzüldüm. evlendiyse okuyamadı demekti.
yıllar sonra bir telefonla bana kendini tekrar hatırlattı. okuyamamış. evlenmiş. iki kızı varmış. içimi rahatlatan yalnızca mutlu olması ve eşinin onu rahat yaşatmaya çalışması oldu.
yine aradan birkaç yıl geçti. geçenlerde 24 kasımda çıktı karşıma, telefonla olsa da.
‘büyük kızım okula başladı, öğretmenim ‘dedi heyecanla, sesinde sevinç belirtileri vardı. devam etti konuşmaya, ‘size bir öğretmenler günü hazırladım, artık sizinle aynı yerde yaşıyorum, buraya taşındık. ve size çok ihtiyacım var. çünkü ben de okul başladım. 6. sınıfım, sınavlarıma hazırlanıyorum.’ sözleri bittiğinde o da, ben de ağlıyorduk. her şeye rağmen okuma isteğini kaybetmemiş. direnmiş çevresine, yakınlarına ama başarmış. gözyaşları arasında kutladım onu, gurur duyduğumu söyledim ve en yakın zamanda görüşmek üzere kapattık telefonu.hayatımın en güzel ‘öğretmenler günü’ hediyesi oldu, gülay’ın beni arayıp bulması ve kızıyla birlikte okula başlaması. şimdi 32 yaşında ve 6. sınıf öğrencisi. onun bu azmi ve okuma sevgisi bana ‘hiçbir şey için geç olmadığını ‘ gösterdi.çok teşekkür ederim güzel kızım, hediyemi çok sevdim.
için de elinden geleni yapıyordu. nihayet zil çaldı. öğrenciler bir anda kapıya yöneldi. ali, yerinden kalkmadı. ağır ağır eşyasını topladı. bir yandan göz ucuyla öğretmenine bakıyor, bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu.
öğretmeni, onun bu halini fark etti:
– hayrola ali, dedi. eve gitmeyecek misin?
ali, son arkadaşının da çıktığını görünce cevap verdi:
– sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim.
– peki, dedi öğretmeni. ne söyleyeceksin bakalım?
– ahmet arkadaşımız var ya
– evet, ne olmuş ahmet e?
– durumları pek iyi değil galiba. annesi, beslenme çantasına pekiyi şeyler koymuyor.
– eee?
– ona yardim etmek istiyorum. ama benim yardim ettiğimi bilirse üzülür. günde bir simit parası biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz?
cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp öğretmenin masasının üzerine koydu. nurhan öğretmen, paraya dokunmadı. sandalyesine oturup düşündü. ali hakkındaki bilgilerini yokladı. bildiği kadarıyla ailesinin durumu pekiyi değildi. bu çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve düşünceliydi. zengin bir ailenin çocuğu değildi. buna rağmen yardim etmek istiyordu. üstelik yardım ettiğinin bilinmesini istemiyordu.
nurhan öğretmen:
– dur bakalım ali, dedi. bildiğim kadarıyla sizin de maddî durumunuz pekiyi değil. yanlış mı biliyorum?
– doğru biliyorsunuz öğretmenim. babam gündelikçi. çoğu zaman iş bulamıyor. ama ben de çalışıyor, para kazanıyorum.
– nerede çalışıyorsun?
– simit satıyorum.
nurhan öğretmen yine durup düşündü. iyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi? bunun gerçekleşmesi zordu. onu, bundan vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı. bunu yaparken, sevimli öğrencisini de kırmamalıydı. onunla biraz daha konuşursa, belki bir yolunu bulurdu.
nurhan öğretmen, ali ye dondu:
– büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye sordu.
– çok zengin bir işadamı
– niçin?
– insanlara daha çok yardım etmek için
– güzel, dedi nurhan öğretmen. bak simdi ali, ahmet in ailesinin durumu pekiyi değil, bu doğru. ama sizinki de bundan pek farklı değil. istersen acele etme. çok zengin olduğun zaman insanlara yardim edersin. olmaz mı?
– olmaz, dedi ali. şimdi yapmalıyım.
neden olmaz?
üç sebepten dolayı olmaz.
birincisi: bu para zaten benim değil. iyilik ettiğim için allah, beni insanlara sevimli gösteriyor. insanlar da bundan etkileniyor, daha çok simit alıyorlar. bu sayede gün boyu çalışanlardan bile fazla simit satıyorum. hele mahallede hasan amca var, her gün iki simit alıp güvercinlere veriyor.
ikincisi: ağaç yas iken eğilir. deniliyor. şimdiden iyilik yapmayı öğrenmezsem büyüdüğümde hiç yapamam. şimdiden iyilik yapmayıp bunu zenginlik günlerime ertelersem, zengin olduğum günlerde de daha zengin olduğum günlere erteler kendimi kandırmış olurum.
üçüncüsü ise daha önemli: büyüdüğüm zaman çok zengin bir işadamı olmak istiyorum. zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar.
nurhan öğretmen, karsısında büyük biri varmış gibi dinliyordu:
– bu sonuncusunu pekiyi anlayamadım, dedi.
– açıklayayım öğretmenim, dedi ali. şimdi, çok zengin olmadığım için, ancak günde bir simit parası kadar yardım edebiliyorum. bundan fazlasını veremem. allah, cennet i gücü kadar iyilik edene veriyor.şimdi gücüm bu olduğuna göre, cennet in fiyatı birkaç simit parası kadardır. eğer zengin olmadan ölürsem birkaç simit parasıyla cennet e girebilirim. bundan daha karlı bir yatırım olur mu?
nurhan öğretmen in gözleri dolmuştu. başını evet anlamında sallarken ali yi evine yolladı.
sınıfa geri dönerken okulun boşaldığını fark etti. eşyalarını toplamak için masasına döndüğünde ali nin bıraktığı paraların masa üstünde kaldığını fark etti. sandalyesine gayri ihtiyari oturdu ve paraları eline aldı.hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti. sanki elinde dünyanın en kıymetli incilerini, yakutlarını, elmaslarını tutuyordu. hatta bu paralar onlardan bile kıymetliydi. bu paralar, bu bozuk sımıt paraları, cenneti satın alabilecek paralardı. sanki hiç bırakmak istemeyen bir duygu ile sımsıkı kavradı bu bozuk simit paralarını.oturduğu yerden kalkamadı nurhan öğretmen. içinin dolduğunu, tarif edilemeyen duygulara boğulduğunu hissetti. birden boşalan sağanak yağmurlar gibi ağlamaya başladı. ağladı ağladı ağladı.kendine geldiğinde aksam olmuştu. yavaş adımlarla sınıftan çıkıp okuldan ayrılırken bekçi sadık bozuk simit paraları ile cenneti satın almak, bozuk simit paraları ile cenneti satın almak diye nurhan öğretmenin sayıkladığını duydu. bekçinin hayretler içinde, ne dediniz hocam? demesini bile duymayan nurhan öğretmen, bekçinin şaşkın bakışları altında akşamın alaca karanlığına karışıvermişti
bir öğretmen hikayesi
bu öğretmen hikayesi iran’ın kuzeyindeki bir köyde geçiyor. sınıf öğretmeni ali muhammediyan bazı öğrencilerinin esrarengiz bir hastalık nedeniyle saçları dökülen bir arkadaşlarıyla alay ettiğini fark ediyor. bu duruma çok üzülen öğretmen alay eden öğrencileri sürekli uyarıp cezalandırmak yerine, saçlarını kazıtarak hastalık nedeniyle saçlarını kaybeden öğrenciye destek olmaya karar
vermiş. bu durumu gören diğer çocuklar da öğretmenlerini takip etmişler ve kimse bir daha çocukla alay etmemiş.45 yaşındaki sınıf öğretmeni “çocukların bu kadar etkileneceğini hiç tahmin etmemiştim” diyor. “öğrencim mahan saçlarını kaybettikten sonra arkadaşlarından uzaklaştı ve hiç yüzü gülmez oldu. derslerle de bir alakası kalmamıştı. tek istediğim onunla bir yakınlık kurarak derslere geri dönmesini sağlamaktı. öğretmen daha sonra kazınmış saçlarıyla öğrencisiyle çektirdiği bir fotoğrafı facebook’ta yayımlamış. “ertesi gün bilgisayarımı açtığımda paylaşım oranlarına inanamadım.”birkaç gün sonra okuldaki 23 öğrenci tıpkı öğretmenleri gibi saçlarını kazıtmak için ısrar etmişler. “onlara kışın bitmesini beklemelerini, aksi halde üşüyeceklerini söyledim ama beni dinlemediler. ertesi gün hepsi saçlarını kazıtmıştı”23 yıllık emektar öğretmen ve öğrencisi sosyal medya sayesinde bir halk kahramanı olmuş. öğrenci mahan ise devlet desteğiyle yeni bir teşhis ve tedavi sürecine girmiş. “her şeyden önemlisi arkadaşları artık ona destek oluyor ve mahan’ın yüzü gülüyor.” diye bitiriyor öğretmen.
Thank you for visiting our website wich cover about Türkçe. We hope the information provided has been useful to you. Feel free to contact us if you have any questions or need further assistance. See you next time and dont miss to bookmark.