adana köprübaşı nın öyküsü

Sagot :

Ne zaman ruhunda bir daralma, yüreğinde bir sıkıntı hissetse koşar gelirdi hemen köprübaşına.Gelir de ayaklarını taş köprüden sarkıtarak köpüklü sulara dikerdi gözlerini uzun uzun. 
İnsanlar sanki aralarında sözleşmiş gibi o köprünün başındayken kimse cesaret edemezdi köprüden geçmeye.Ta ki içindeki dertleri,kederleri,öfkeyi,hıncı ve çaresizliği hatta insanlara söyleyemediklerini köpüklü sulara dökünceye kadar.
Köpüklü sular,sularında sakladığı tüm bu sırları alır, köpüre köpüre,başını taşlara vura vura,ama emanetine helal getirmeden engin denizlerin sakinliğine ve dinginliğine bırakırdı.

Gözlerinden iki damla yaş süzülmeye başladı mı yanaklarına doğru,artık eve dönme vakti geldi demektir.Yaşlar akar da akar sonra ama hiç hıçkırık sesleri duyulmaz,çünkü hep sessiz ağlar.

Akşam olup güneş batınca,buz gibi ıssız evine geriye dönerdi.Başka gideceği yeri mi vardı sanki? Bir Hasan dedesi bir köprübaşı bir de evi...

Evin kapısı daima açık olduğundan konu komşunun hayır hasenat namıyla bıraktıkları yemeklerden birkaç lokma zoraki alır ve dört duvar arasında yapayalnız,yer yatağında yorganına sarılıp uykusuz gecede,bir türlü geçmeyen 
dakikaları sayardı birer birer.

Rüyasında hep konuştuğunu görürdü.Meşhur bir hatip olmuş,kürsülerden vaazlar edip kalabalıkları coşturuyordu.Uçan kuşu,yüzen balığıyla,renk renk açan çiçeğiyle de konuşurdu Süleyman peygamber gibi.Ta ki kanlanmış örtüyü kaldırıncaya kadar.Kanlı örtünün altında anne babasının taze cesetlerini görünce sırılsıklam terler içinde kalır,omuzundan güçlü kollar cılız bedenini kavrayıp dilini bıçakla keserken de çığlıklar atarak uyanırdı.

Siz hiç yapayalnız bir odada tek başınıza gece yarıları, kabuslardan uyandınız mı çığlıklar atarak? ya da sabahın da tatlı rüyanızı sevdiğiniz birisiyle paylaşamamak nedir bilir misiniz? Beraber büyüyüp,el ele okula beraber gidip, mahallenin en güzel kızına şu dudaklardan -seni seviyorum- diyememek bir defacık olsun, nedir bilir misiniz?

Yalnızlığı,kimsesizliği hiçbirisine yanmazdı da işte buna yanardı.Hele badem gözlü,kiraz dudaklı,nazlı dilberin evleneceği gün köprübaşına gelişi yok muydu

Mahallede düğün dernek telaşı yine köprübaşına gelip, gözlerini dikmişti soğuk sulara.Üzerinde beyaz gelinliği, boynunda gerdanlığı,kolunda boy boy bilezikleri,melek simasındaki pak safiyetiyle iste orada,köprünün ucunda 
duruyordu.Sadece ikisi vardı.Her şey durdu o an.Dağıyla, taşıyla,okyanusu, uçan kuşuyla dönüp duran koca dünya bir anlığına durdu o an.

Uzun uzun bakıştılar manalı manalı.Gözleriyle konuşup, gözleriyle ağlaşıp, hatta gözleriyle gülüştüler.

Kararlı bakışlarını ceylan gibi ürkek bakışlara dikerek yavaşça yaklaştı güzellik abidesine.Bilezikli kolundan tuttu,kızın elini kalbi üzerine götürerek orada sıkıca bastırdı,sonra tekrar ellerini gerisin geriye, kızın serçe yüreği gibi pır pır çarpan kalbi üzerine götürüp orada bastırdı sıkıca.

İşte o an dile gelip haykırabilseydi tüm kainata;kalbim her zaman seninle beraber olacak diye,ancak ağzını açtığında sadece -ba ba- sesleri çıkınca kız hişşt sakin konuşma-deyip dudaklarını eliyle kapayarak,yanaklarına ömrü boyunca hiç unutamayacağı o yumuşacık,sıcacık buseyi kondurarak, beyaz gelinliğiyle beyazlıklar içinde kaybolmuştu.

Çocuk Esirgeme Kurumuna teslim etmişlerdi kaç sefer kimsecikleri yok diyerekten,ancak her seferinde bir yolunu bularak kaçmış ve evine dönmüştü.Mahallelinin ağzında evle alakalı korkunç sahneler,perili hikayeler anlatılsa da, sonuçta onun eviydi.Kuş yuvasından, insan hiç evinden korkar mıydı.O evde gözlerini dünyaya açmış,ilk adımlarını orada atmış,annesinin sıcacık dizlerine dayayıp başını yine o evde masallar,hikayeler dinlemişti.

Hem insanın nihayetinde, kendi evine dönmekten başka çaresi var mıydı.Bunu bir yüreği hasret ateşiyle yananlar anlayabilir bir de yakında öleceğinihissedenler. Her ikisi de ışık hızıyla evlerine dönmek isterler,dönüp de hasret ateşlerini orada söndürebilsinler,dönüp de son nefeslerini orada verebilsinler.

Üç güne bir uzayan sakalını,sakat elleriyle traş ederken suratını mayın tarlasına çevirirdi.Akan kanlar üzerine beyaz kağıt parçaları yapıştırıp hemen soluğu Hasan dedenin yanında alırdı. 
Mahallenin çocukları peşine takılıp: 
-Kasım Ali, Kasım Ali...Bize bayram namazının tekbirlerini şaşırmadan 
göstersene Kasım Ali...-diyerek alay edercesine tempo tutarlardı. 
Hiç kızmazdı onlara.Bayram namazının tekbirlerini sırasıyla gösterirdi.

Hasan dede de yalnızdı hem ihtiyar da.Gün boyu evden hiç ayrılmaz,odasında ibadet ederdi.Kasım Ali’nin çayı çok sevdiğini bildiğinden çayı hep demli tutardı.Hasan dede anlatırdı da anlatırdı.Kasım Ali gözlerini halinin solmuş
motiflerine,desenlerine dikip dinlerdi de dinlerdi onu.Demlikler sonunu bulur,tek taraflı sohbetleri bitmezdi

-senin anan baban iyi insanlardı Kasım Ali.Kendi hallerinde kimseciklere zararları yoktu,ancak baban haksızlığa, adaletsizliğe hiç tahammül edemezdi.Ne yapsın gariban; dünya haklıların dünyası değil, güçlülerin dünyası.Kanun yoluyla yola getiremeyeceklerini anlayınca ....



e zaman ruhunda bir daralma, yüreğinde bir sıkıntı hissetse koşar gelirdi hemen köprübaşına.Gelir de ayaklarını taş köprüden sarkıtarak köpüklü sulara dikerdi gözlerini uzun uzun. 
İnsanlar sanki aralarında sözleşmiş gibi o köprünün başındayken kimse cesaret edemezdi köprüden geçmeye.Ta ki içindeki dertleri,kederleri,öfkeyi,hıncı ve çaresizliği hatta insanlara söyleyemediklerini köpüklü sulara dökünceye kadar.
Köpüklü sular,sularında sakladığı tüm bu sırları alır, köpüre köpüre,başını taşlara vura vura,ama emanetine helal getirmeden engin denizlerin sakinliğine ve dinginliğine bırakırdı.

Gözlerinden iki damla yaş süzülmeye başladı mı yanaklarına doğru,artık eve dönme vakti geldi demektir.Yaşlar akar da akar sonra ama hiç hıçkırık sesleri duyulmaz,çünkü hep sessiz ağlar.

Akşam olup güneş batınca,buz gibi ıssız evine geriye dönerdi.Başka gideceği yeri mi vardı sanki? Bir Hasan dedesi bir köprübaşı bir de evi...

Evin kapısı daima açık olduğundan konu komşunun hayır hasenat namıyla bıraktıkları yemeklerden birkaç lokma zoraki alır ve dört duvar arasında yapayalnız,yer yatağında yorganına sarılıp uykusuz gecede,bir türlü geçmeyen 
dakikaları sayardı birer birer.

Rüyasında hep konuştuğunu görürdü.Meşhur bir hatip olmuş,kürsülerden vaazlar edip kalabalıkları coşturuyordu.Uçan kuşu,yüzen balığıyla,renk renk açan çiçeğiyle de konuşurdu Süleyman peygamber gibi.Ta ki kanlanmış örtüyü kaldırıncaya kadar.Kanlı örtünün altında anne babasının taze cesetlerini görünce sırılsıklam terler içinde kalır,omuzundan güçlü kollar cılız bedenini kavrayıp dilini bıçakla keserken de çığlıklar atarak uyanırdı.

Siz hiç yapayalnız bir odada tek başınıza gece yarıları, kabuslardan uyandınız mı çığlıklar atarak? ya da sabahın da tatlı rüyanızı sevdiğiniz birisiyle paylaşamamak nedir bilir misiniz? Beraber büyüyüp,el ele okula beraber gidip, mahallenin en güzel kızına şu dudaklardan -seni seviyorum- diyememek bir defacık olsun, nedir bilir misiniz?

Yalnızlığı,kimsesizliği hiçbirisine yanmazdı da işte buna yanardı.Hele badem gözlü,kiraz dudaklı,nazlı dilberin evleneceği gün köprübaşına gelişi yok muydu

Mahallede düğün dernek telaşı yine köprübaşına gelip, gözlerini dikmişti soğuk sulara.Üzerinde beyaz gelinliği, boynunda gerdanlığı,kolunda boy boy bilezikleri,melek simasındaki pak safiyetiyle iste orada,köprünün ucunda 
duruyordu.Sadece ikisi vardı.Her şey durdu o an.Dağıyla, taşıyla,okyanusu, uçan kuşuyla dönüp duran koca dünya bir anlığına durdu o an.

Uzun uzun bakıştılar manalı manalı.Gözleriyle konuşup, gözleriyle ağlaşıp, hatta gözleriyle gülüştüler.

Kararlı bakışlarını ceylan gibi ürkek bakışlara dikerek yavaşça yaklaştı güzellik abidesine.Bilezikli kolundan tuttu,kızın elini kalbi üzerine götürerek orada sıkıca bastırdı,sonra tekrar ellerini gerisin geriye, kızın serçe yüreği gibi pır pır çarpan kalbi üzerine götürüp orada bastırdı sıkıca.

İşte o an dile gelip haykırabilseydi tüm kainata;kalbim her zaman seninle beraber olacak diye,ancak ağzını açtığında sadece -ba ba- sesleri çıkınca kız hişşt sakin konuşma-deyip dudaklarını eliyle kapayarak,yanaklarına ömrü boyunca hiç unutamayacağı o yumuşacık,sıcacık buseyi kondurarak, beyaz gelinliğiyle beyazlıklar içinde kaybolmuştu.

Çocuk Esirgeme Kurumuna teslim etmişlerdi kaç sefer kimsecikleri yok diyerekten,ancak her seferinde bir yolunu bularak kaçmış ve evine dönmüştü.Mahallelinin ağzında evle alakalı korkunç sahneler,perili hikayeler anlatılsa da, sonuçta onun eviydi.Kuş yuvasından, insan hiç evinden korkar mıydı.O evde gözlerini dünyaya açmış,ilk adımlarını orada atmış,annesinin sıcacık dizlerine dayayıp başını yine o evde masallar,hikayeler dinlemişti.

Hem insanın nihayetinde, kendi evine dönmekten başka çaresi var mıydı.Bunu bir yüreği hasret ateşiyle yananlar anlayabilir bir de yakında öleceğinihissedenler. Her ikisi de ışık hızıyla evlerine dönmek isterler,dönüp de hasret ateşlerini orada söndürebilsinler,dönüp de son nefeslerini orada verebilsinler.

Üç güne bir uzayan sakalını,sakat elleriyle traş ederken suratını mayın tarlasına çevirirdi.Akan kanlar üzerine beyaz kağıt parçaları yapıştırıp hemen soluğu Hasan dedenin yanında alırdı. 
Mahallenin çocukları peşine takılıp: 
-Kasım Ali, Kasım Ali...Bize bayram namazının tekbirlerini şaşırmadan 
göstersene Kasım Ali...-diyerek alay edercesine tempo tutarlardı. 
Hiç kızmazdı onlara.Bayram namazının tekbirlerini sırasıyla gösterirdi.

Hasan dede de yalnızdı hem ihtiyar da.Gün boyu evden hiç ayrılmaz,odasında ibadet ederdi.Kasım Ali’nin çayı çok sevdiğini bildiğinden çayı hep demli tutardı.Hasan dede anlatırdı da anlatırdı.Kasım Ali gözlerini halinin solmuş
motiflerine,desenlerine dikip dinlerdi de dinlerdi onu.Demlikler sonunu bulur,tek taraflı sohbetleri bitmezdi.