Sagot :
Sabahleyin çıktığımız köyden, yedi saatte kasabaya varacağımızı söylemişlerdi. Hangi yedi saat? Yol diye bir şey yok. Arabamız gâh tarlaların içinden, gâh bir çoban patikasından, gâh bir çakıl deryası içinden izi belli olmayan bir yolda gitmeye çalışıyor. Arabacıya kızıyorum; ancak o ne yapsın? Keşke buraları çok iyi bilen birisi olsaydı.
Birden arabacının “Ülen, ülen ” diye seslendiğini duydum. Baktım yolun kenarında, sekiz on yaşlarında, sırtında iki çuval bir çocuk gidiyor. Meğer o da şehre gidiyormuş. Yanıma gelmesini, onu da götüreceğimizi söylediğimde inanası gelmedi. Sonra çuvalları arabacının yanına verip, büyük bir saygı ve terbiye ile gelip yanıma oturdu. On dört yaşında, babası askerde şehit düşmüş, yüklediği yemişleri pazarda satmak için götürüyormuş. Her hafta altı saat, sırtında çuvallarla şehre kadar yürüyor, götürdüklerini pazarda satıyor, ihtiyaçlarını alıp tekrar aynı yolu yürüyerek köyüne dönüyormuş.
Köyde de anasının ayakları tutmadığı için hemen hemen bütün işleri o görüyormuş. Nişanlı olan ablası, bugün yarın gelin gidecekmiş.
“Sen de evlensem.” dedim. Birden mahzunlaştı. Meğer düşmanlar, köylerinden çıkarken köyün diğer kızlarıyla beraber, bunun nişanlısının da ırzına geçmişler. Arkalarından gitmek istemiş, anası bırakmamış.
Artık çocuğun yüzüne bakamıyordum. Hayatının en mühim hadiseleriyle boğuşmuş bu köylü yavrusunun karşısında ben artık hiçbir şey bilmeyen, hiçbir şey anlamayan ve sanki korkunç bir masal dinliyormuş da tüyleri ürpermişçesine bir köşeye sinmiş, otuz dört yaşında toy, ürkek bir küçücük çocuktum.
14 yaşında bir adam:
Sabahleyin çıktığımız köyden, yedi saatte kasabaya varacağımızı söylemişlerdi. Hangi yedi saat? Yol diye bir şey yok. Arabamız gâh tarlaların içinden, gâh bir çoban patikasından, gâh bir çakıl deryası içinden izi belli olmayan bir yolda gitmeye çalışıyor. Arabacıya kızıyorum; ancak o ne yapsın? Keşke buraları çok iyi bilen birisi olsaydı.
Birden arabacının “Ülen, ülen ” diye seslendiğini duydum. Baktım yolun kenarında, sekiz on yaşlarında, sırtında iki çuval bir çocuk gidiyor. Meğer o da şehre gidiyormuş. Yanıma gelmesini, onu da götüreceğimizi söylediğimde inanası gelmedi. Sonra çuvalları arabacının yanına verip, büyük bir saygı ve terbiye ile gelip yanıma oturdu. On dört yaşında, babası askerde şehit düşmüş, yüklediği yemişleri pazarda satmak için götürüyormuş. Her hafta altı saat, sırtında çuvallarla şehre kadar yürüyor, götürdüklerini pazarda satıyor, ihtiyaçlarını alıp tekrar aynı yolu yürüyerek köyüne dönüyormuş.
Köyde de anasının ayakları tutmadığı için hemen hemen bütün işleri o görüyormuş. Nişanlı olan ablası, bugün yarın gelin gidecekmiş.
“Sen de evlensem.” dedim. Birden mahzunlaştı. Meğer düşmanlar, köylerinden çıkarken köyün diğer kızlarıyla beraber, bunun nişanlısının da ırzına geçmişler. Arkalarından gitmek istemiş, anası bırakmamış.
Artık çocuğun yüzüne bakamıyordum. Hayatının en mühim hadiseleriyle boğuşmuş bu köylü yavrusunun karşısında ben artık hiçbir şey bilmeyen, hiçbir şey anlamayan ve sanki korkunç bir masal dinliyormuş da tüyleri ürpermişçesine bir köşeye sinmiş, otuz dört yaşında toy, ürkek bir küçücük çocuktum.
http://www.webilgi.com/kitap-ozetleri/20194-halide-edip-adivar-himmet-cocuk-hikaye-analizi.html
bu link himmet çocuk için
Thank you for visiting our website wich cover about Türkçe. We hope the information provided has been useful to you. Feel free to contact us if you have any questions or need further assistance. See you next time and dont miss to bookmark.