doğa ve evren ile ilgili kompozisyon



Sagot :

Doğa İle İlgili Kompozisyon

Ağaçlar, bir memleketin doğal zenginlikleridir. İnsanlara ve yurda büyük yararları vardır. Memleket ekonomisine katkıda bulunduğu gibi insanları toprak kayması, sel gibi doğal felâketlerden korur, iklim şartlarını düzenler.

Ağaç, tabiatın süsüdür. Tanrı’nın insanlara bağışıdır. Bizde ağaç sevgisi, köklü, gelenekleşmiş bir sevgidir. Deyimlerimizde şiir ve türkülerimizde bu sevginin göz alıcı izlerine raslamak mümkündür.

Ancak, bazı kendini bilmez, cahil kişiler, toprak kazanmak, yakacak elde etmek gibi çeşitli bahanelerle yaş ağaçlara acımasızca kıyarlar. Ufacık bir çıkar kaygısı yüzünden büyük bir zarara sebebiyet verilir. Ünlü şairimiz Mehmet Emin Yurdakul, bir şiirinde: “Sakın kesme, yaş ağaca balta vuran el onmaz; I Na kütükler, hiç birine nice yıldır kervan gelmez, kuş konmaz, I Bunları kes, o baltanla bu çürümüş ağaçları yere ser” derken, insanlarımıza ne kadar yerinde ve içten bir öğüt vermektedir.

Gerçekten, yaş ağaç kesen bir insan, bir canlıya kıydığı için cani sayılır. Tanrı ve kul katında da günahkârdır. Ayrıca, şairimizin de dediği gibi, hiçbir zaman esenliğe kavuşmaz.

Ağaç ve ağaç sevgisiyle ilgili atasözleri:

Ağaç, ağaç içinde büyür.
Ağaç, yapraklarıyla güzeldir.
Ağaca dayanma kurur; insana güvenme ölür.
Ağacın meyvesi olunca, başını aşağı salar.
Ağacın yemişini ye; kabuğunu soyma.
Ağaç ve ağaç sevgisiyle ilgili özdeyişler:
Bir ağacın ölümü, büyük bir mimarî eserin kaybı gibidir. A. Hamdı Tanpınar
İyi bir ağaca sarılan rüzgârsız kalmaz. Cervantes

Fiziksel bedenimiz itibariyle değerlendirdiğimizde, evrendeki sayısız galaksi içerisinde yeralan, bir galaksi içerisindeki, milyarlarca yıldızdan sadece biri olan Güneşin çevresinde dönüp duran gezegenlerden, biri üzerinde yaşayan canlı varlık; insan. Aslında çok uzaklara gitmeye gerek yok! Evren, galaksiler veya yıldızların büyüklüğü bir yana, yalnızca gezegenimiz dünya üzerinde bir insanın yerine bakınca, bir bedendeki bir hücre gibi bile değil, belki bir atom nispetinde! Varın, öyleyse, güneşin yanında bir insanın yerini siz düşünün, sonra da düşünebiliyorsanız, Samanyolu galaksisinin yanındaki yerini…

Bir insanın dünya üzerindeki yaşam süresini ele alınca ise, evrenin yaşam süresi içerisinde, bir saniye kadar dahi bir değer tutmuyor.

Aslında bizim, evren diye isimlendirdiğimiz nesnelerden ibaret olan şu içinde olduğumuz yapı, sadece 5 duyumuzun duyarlılık kapasitesine göre algılayabildiğimiz bir kesittir. Tüm bu nesneler ve tüm bu dünyamız, duyularımızın sınırları içerisinde kalan kesitsel yapıdır. Duyularımızın duyarlılık sınırları dışında kalan yapıdan ise habersiziz. Örneğin gözün algılayabildiği, gözün duyarlılık sınırları içerisinde kalan dalgaboyları, gerçekte varolan sayısız dalgaboyları içerisinde çok çok küçük bir kesittir. Öyle ki, gözün tespit edebildiği ve şu anda görmekte olduğumuz nesneler, aslında, evrende varolan sayısız dalgaboyları, sayısız imajlar içerisinde, çölde bir kum tanesi misali kadardır.

Oysa, 5 duyu verilerinden yola çıkmak suretiyle, bilimsel veriler ışığında evrenin gerçek yapısını düşüncemizle keşfetmeye başladığımızda, görüyoruz ki evren, gerçekte içinde boşluğu olmayan tümel bir enerji kütlesi. Orijinal yapıda öylesine bir bütünsellik var ki, gözünüze göre, sizinle, şu anda elinizdeki bu sayfalar (veya ekran) arasında bir boşluk var gibi görünse de, gerçekte böyle bir boşluk yok! Çünkü bu sayfalar da, ekran da, sizin bedeniniz de, aradaki hava da, sırf atomlardan oluşmaktadır ve atomsal düzeyde birbirleri arasında bir sınır, bir ayrılık yoktur…

Bilinç, eğer kendi evreninin değerlerini ortaya koyabilirse, sınırsızlıkta her an yeni bir özelliğini gözlemleyerek kendi sonsuzluğunu yaşayabilecektir. İnsan için en büyük felaket ise, beş duyu verileriyle bloke olmuş bir bilinçle, kendisini aynada gördüğü bir bedenden ibaret sanarak dünya yaşamının sona ermesidir…

Sonsuzluğu yaşamak üzere varken, toplumsal şartlanmalar ve bedensel bağımlılıklardan kurtulamamış bir bilinçle, yaşamın sonluluğa mahkum olması ne acıdır. Eğer ifade etmek istediğimiz değer, zaman ve mekana bağlı olarak değişim göstermiyorsa, onun evrensel oluşundan sözedebiliriz. Aksi halde, şartlanma ve bağımlılıklar blokajından kurtulamamış, bilinç boyutunun sınırsız değerleriyle yaşamaktan uzak bir haldeyken, bireysel, geçici dünya değerleri için “sonsuz,” veya “evrensel” gibi tanımlamaları kullanmakla, sadece kuru bir lakırdı etmiş oluruz.