Bana atatürk ün anısını yazarmısınız 1-2 tane



Sagot :

YURDUMUN TOPRAĞI TEMİZDİR

Kral Edvard İstanbul'a geldiği zaman,yatından bir motora binerek Dolmabahçe Sarayına yanaştı.
Atatürk rıhtımda onu bekliyordu.Deniz dalgalıydı.Kralın bindiği motor,inip çıkıyordu.
İmparator rıhtıma çıkmak istediği bir sırada,eli yere değerek tozlandı.
O sırada Atatürk elini uzatmış bulunuyordu.
Bunu gören Kral bir mendille elini silmek istediği zaman Atatürk:
-Yurdumun toprağı temizdir,o elinizi kirletmez,diyerek Kralı elinden tutup rıhtıma çıkardı.

DEVRİM BİR ANDA OLUR YA DA OLMAZ

Atatürk yazı devrimini gerçekleştirmişti.
Yaşlı,genç,kadın,erkek tüm yurttaşlar yeni harfleri öğrenmek için gece gündüz kurslara gidiyorlardı.
Devrimi izleyen iki yıl içinde bir buçuk milyon vatandaş okur yazar olmuştu.
yazı devriminin en dikkate değer yanı,Atatürk'ün bu devrimin yerleşmesinde en ufak bir ihmali bile kabul etmemiş olmasıdır.
Örneğin bazı kimseler kendisine:
-Paşam,ilkokulların ilk sınıflarından itibaren yeni harflerle öğretime başlayalım.
O kuşakla birlikte ortaokulu,liseyi ve üniversiteyi izletelim,diyorlardı.
Atatürk bu görüş ve düşüncelerin hiçbirisine yanaşmadı. -Devrim ya bir anda olur,yada hiç olmaz,dedi.

Gaziyi Görmeye Gelen Ana 

Gazi Çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına 
rastladık. Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu. 
- Merhaba nine 
Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle; 
- Merhaba dedi. 
- Nereden gelip nereye gidiyorsun? 
Kadın şöyle bir duralayıp, 
- Neden sordun ki, dedi. Buraların sabısı mısın? Yoksa bekçisi mi? 
Paşa gülümsedi. 
- Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin 
malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi 
nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin?
Kadın başını salladı. 
- Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, 
atın geç yetişdiği kavruk köylerinden birindeyim. Bizim mıhtar bana bilet 
aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim. 
- Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni? 
- Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da... Benim iki 
oğlum gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi 
bir kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. 
Bende gün demeyip mıhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı 
Angaraya, giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte 
ağşamdan belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey. 
- Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı?
Kadının birden yüzü sertleşti. 
- Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki... O bizim vatanımızı 
gurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı. Şehitlerimizin 
mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun 
sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavur 
dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? 
Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam! Demek için düştüm. 
Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. 
Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı 
bulacağım yeri deyiver.
Atatürk'ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı 
her halinden belliydi. Bana dönerek, 
- Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır... Benim köylüm, benim 
vefalı Türk anamdır bu. 
Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım 
dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara 
kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor. Köylü 
kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere 
fırlatıp, Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. 
İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana 
oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü 
atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük 
bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. 
Bunu Atatürk'e uzattı; 
- Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye 
getirdim. Seversen gene yapıp getiririm. 
Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. 
Sonra birlikte köşke kadar gittik. Oradakilere şu emri verdi; 
"Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin. Sonra köyüne 
götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun."