Sagot :
Bu ilk kroniklerin efsanevî kuruluş hikayesinde iki ana motif işlenmiştir. Bunlardan ilki Türkmen muhitlerinde köklü bir anane olan “Oğuz teması”; diğeri ise Arap-İslam devletlerinden ziyade Türk-İslam devletlerinde, özellikle de Osmanlıların ilk dönemlerinde en yaygın ve güçlü şekline kavuşan “Gaza ve Gazi” motifleridir. Bu iki temel motifin birleşmesiyle ortaya çıkan kuruluş hikayesi özetle şu şekildedir: “Osmanlılar, Oğuzların en itibarlı boyu olan Kayı’lara mensupturlar. Bu özellik onlara bütün Türkmenler tarafından kabul gören bir meşruiyet kaynağı kazandırmıştır. Zira Kayı boyu dururken Hanlık kimseye yaraşmayacaktır. Kuruluş döneminde devletin temel unsurunu teşkil eden Türkmenler, bu ananenin etkisiyle Osman Bey ve aşireti etrafında toplanmışlardır. Oğuz geleneği ilk Osmanlı padişahlarının hem meşruiyet dayanağı hem de ihtiyaçları olan nüfus kesafetini kazanmalarında önemli bir etkendir. Ancak ilk Osmanlıları devlet kurucusu haline getiren esas unsur, gaza ananesi olmuştur. Osmanlı padişahları, Tanrı’nın adını yüce tutma adına dirâyet ve şecaatle kılıca sarılmışlar ve her biri esâtiri bir şahsiyet olan bu gaziler, Tanrı’nın gösterdiği teveccüh ve yardımla Osmanlı Devletini kurmuşlardır.”[1]
Bu izah tarzı, 20. asır başlarına kadar halk ve siyasî otorite tarafından ana hatlarıyla benimsenmiştir. Üstelik bu döneme kadar hakim olan menkıbevî tarih anlayışı da, kuruluş hadisesini eleştirel bir bakışla değerlendirmekten çok uzak olduğu gibi, bu efsane örgüsünün halk ve siyasî otorite tarafından bir övünç kaynağı olarak kabul edildiği dahi görülmektedir. Bunu, Osmanlıların ilk dönemlerinde yaygın olan menkıbe inanışının, siyasî otorite, halk ve ilim alemi arasında bir gelenek halinde devam ettiği şeklinde yorumlamak mümkündür. Nitekim günümüzde bile sadece halk arasında değil, ilim alemi içerisinde bile bir çok meseleyi bu tür yaklaşımlarla değerlendirenler mevcuttur.[2]
Bu yaklaşım, 20. asrın başından itibaren ciddi eleştirilere konu olmuştur. İlk olarak batılı tarihçiler, Osmanlı Devletinin kuruluşunu sır ve efsane örgüsünden kurtarma yolunda çalışmalara girişmişlerdir. Ancak bu çalışmaların bir çoğunda da, o dönemde Türkler hakkında yaygın olan ön yargılı yaklaşımların etkili olduğu görülmektedir. Konuyu ele alan batılı araştırmacıların hemen hepsinin düştüğü diğer büyük hata ise, Türk tarihinin ve 12-13. yüzyıl Anadolu’sunun genel özelliklerini kavrayamamış olmalarıdır. Ya muasır kaynakları hiç görmemişler, ya da bu kaynakları, yukarda bahsettiğimiz menkıbevî motifleriyle, herhangi bir tenkide tabi tutmadan değerlendirilmiştir.
Günümüzde erken Osmanlı tarihi çalışmalarında oldukça önemli mesafeler kat edildiği bir gerçektir. Daha ileri çalışmalar için gerekli olan her çeşit kaynak ve tarihî bilgi birikiminin de, önceki yıllara nazaran arttığı kabul edilmektedir.[3] Nitekim özellikle son yıllarda yapılan araştırmalar, konunun otoriteleri sayılan M. F. Köprülü ve P. Wittek’in yapmış oldukları çalışmalara büyük katkıda bulunmuşlardır. Hatta tarih biliminin günümüzde ulaştığı seviyeden ve konu hakkında ortaya çıkan yeni bulgulardan cesaret alan araştırmacıların, bu ilim adamlarının tezlerine ciddi eleştiriler yönelttikleri görülmektedir.[4] Ancak hemen belirtmek gerekir ki, Köprülü ve Wittek’i eleştiren ve “revizyonistler” olarak adlandırılan yeni kuşak araştırmacılar[5], -kendilerinin de kabul ettiği gibi- eskilerin görüşlerini ister tamamen red isterse tadil etsinler, onların koydukları genel esaslar içerisinde özeli keşfetme çabasından pek öteye gidememişlerdir.[6] Buna rağmen yeni kuşak “revizyonist”tarihçilerin, “gelenekçiler” dedikleri Köprülü, Wittek ve bunların takipçileri ile girdikleri keyifli ve faydalı tartışmanın, erken Osmanlı tarihi konusunda gittikçe zenginleşen ve aynı zamanda da berraklaşan bir bilgi birikimi doğurduğu bir gerçektir.
Bu çalışmada, zaman zaman “gereksiz bir tartışma” olarak nitelendirilmekle beraber[7], Osmanlı Devletinin kuruluşu ve ilk Osmanlıların sosyal ve etnik durumlarını aydınlatma konusunda önemli ipuçları veren Gaza ve Türkmen (Oğuz) ananeleri ve devletin kuruluşu üzerindeki etkileri üzerinde durulacaktır.
Bu ilk kroniklerin efsanevî kuruluş hikayesinde iki ana motif işlenmiştir. Bunlardan ilki Türkmen muhitlerinde köklü bir anane olan “Oğuz teması”; diğeri ise Arap-İslam devletlerinden ziyade Türk-İslam devletlerinde, özellikle de Osmanlıların ilk dönemlerinde en yaygın ve güçlü şekline kavuşan “Gaza ve Gazi” motifleridir. Bu iki temel motifin birleşmesiyle ortaya çıkan kuruluş hikayesi özetle şu şekildedir: “Osmanlılar, Oğuzların en itibarlı boyu olan Kayı’lara mensupturlar. Bu özellik onlara bütün Türkmenler tarafından kabul gören bir meşruiyet kaynağı kazandırmıştır. Zira Kayı boyu dururken Hanlık kimseye yaraşmayacaktır. Kuruluş döneminde devletin temel unsurunu teşkil eden Türkmenler, bu ananenin etkisiyle Osman Bey ve aşireti etrafında toplanmışlardır. Oğuz geleneği ilk Osmanlı padişahlarının hem meşruiyet dayanağı hem de ihtiyaçları olan nüfus kesafetini kazanmalarında önemli bir etkendir. Ancak ilk Osmanlıları devlet kurucusu haline getiren esas unsur, gaza ananesi olmuştur. Osmanlı padişahları, Tanrı’nın adını yüce tutma adına dirâyet ve şecaatle kılıca sarılmışlar ve her biri esâtiri bir şahsiyet olan bu gaziler, Tanrı’nın gösterdiği teveccüh ve yardımla Osmanlı Devletini kurmuşlardır.”[1]
Thank you for visiting our website wich cover about Tarih. We hope the information provided has been useful to you. Feel free to contact us if you have any questions or need further assistance. See you next time and dont miss to bookmark.