>≥7 erik ağaçı hikayesi



Sagot :

Yedi yaşında idi, çimenlerin arasında gülücükler atan erik fidesini Abbas Yerin’den söküp, evin önündeki bahçeye diktiğinde. 

O yıl, yaşıt çocuklarla yarışırcasına fide toplama hevesine kapılmıştı.Önce başkaları yapıyorsa, ben de geri kalmayayım diye başladığı iş, sonra hoş bir uğraşa veeğlenceye çevirilmişti.

Sığır otlatırken bahçelerde, gezinirken yol kenarlarında gözleri hep yerlerde dolanıyor, gözüne kestirdiği fideleri keyiflenerek topluyordu. 

İlk günler acemiliği tutup,kırılıverince söktüğü körpe fideler, içinde de birşeyler kırılıyordu. O nedenle biraz büyükçe, kartlaşmış ve gür bir fideye rastladığında hazine bulmuşçasına ve ipi göğüslemişçesine coşarak havalara zıplıyordu.

Her şeyin yavrusu sempatik olur derler ya; meyve fideleri de birden bire önem kazanmış, sevimli ve sempatik görünür olmuşlardı.

Cemreler toprağa düşünce,kışı demlenerek geçiren meyve çekirdekleri, baharın ilk sıcakları ve ılık yağmurları yedikçe kabuklarını patlatıp; papatyalar, mor menekşeler, yaban çilekleri ve sakarcaların yanında,tek tek filizlenip boy vermişlerdi.

Boy attıkça ya sığırlara yem oluyor,ya kazaya kurban gidip eziliyor ya da meraklı bir Ademoğlu eliyle sökülüp yer değiştirerek yaşamını sürdürme şansını yakalıyorlardı.

Günlerce, gözlerine kestirdiği fideleri toprağı ile birlikte titizlikle söküp, ceplerinde taşıdığı bez parçalarına sararak evin önündeki bahçeye taşıdı. Böylece hem eğleniyor, hem de küçücük bir meyve bahçesine sahip oluyordu.

Akşama dek sığırların yanından ayrılamadığından, toprağı dökülen bazı fideler solmuştu. Söktüğü fidelerin toprağını bol tutmayı öğrendi. Anasının, itirazlarına, fidanlar büyüdükçe tarlayı gölgede bırakacağı sitemlerine, yalvarmalarına, uyarlarına kulak asmadan çalıştı ve on kadar değişik meyve dikmeyi başardı.

Birkaç tane elma ve armut, iki adet kiraz, birer de şeftali ile erik fidesi dikebilmişti.

Bahçelerinde erik ağacı yoktu. Bu nedenle erik fidanına özel ilgi gösteriyordu. Fidanların dibine sığır gübresi koyar, kurak günlerin akşamında sulardı ama, gözü hep erik fidanına bakardı.

Aradan birkaç yıl geçti, kalınlaştı fideler, gür yapraklı fidanlara eriştiler. 

Sordu, soruşturdu aşı yapmayı öğrendi; köyün en beğenilen ağaçlarından aşılar seçti ve kendi elceğiziyle kesti, biçti ve kaktı. Aşı yerine sıkıca çamur bağladı eski gömleğinden yırttığı bez parçasıyla.

Fidanlarını korurken, rüzgardan, fırtınadan ve kuraklıktan çok kara keçiden çekiniyordu. Kara keçi çok tehlikeli idi; ahırdan çıkarken ve girerken ansızın meyve fidanlarına saldırıyordu. Bir ikisinin ucundan, kenarından koparmıştı da. Ama eriğe dokundurtmamış yakınına yaklaştırmamıştı. 

Erik , illa ki de erik diyordu. Bahar geldiğinde evin penceresinden görünen manzara içini ürpertiyordu. Alından kırmızısına, beyazından moruna muhteşem bir renk cümbüşüyle donanırdı penceresinin altı.

Geceleri gördüğü renkli rüyalarda bile yoktu ruhunu bu denli doyuran manzaralar. Sabah Güneşi ile ısınan çiçeklerden yükselen nefis kokuların karışımından mest olur, sinirleri yumuşamış, yorgunluğunu atmış ve her zamankinden çok dinlenmiş olduğunu hissederek uyanırdı. 

Kollarını penceresine dayar dakikalarca bu renk denizini seyre dalar,nefis kokuları içine çekerdi. Hatta, odasına dolan enfes kokular,uyanmak üzereyken gördüğü son rüyalarına bile yansırdı.

Köyün bütün kuşları onun meyve ağaçlarına tünerlerdi sanki. Sabahın erken saatlerinden başlar ve gün boyunca ağaçtan ağaca, daldan uçuşup, gagalarını kapamamaca cıvıldaşıp dururlardı.

Çiçekler dökülmeye yüz tuttuğunda, yerini körpe, el değdiğinde ezilecek kadar narin, güneşin altında geçen her dakikada yeşilin onlarca tonuna evrilen yapraklar uç verdi.

Günler geçip yapraklar genişleyip kartlaştıkça, çiçek kökleri koyu yeşil meyve tomurcuklarıyla donanırdı. Tomurcuklar irileşir, renkleri değiştikçe iştah kabartan görüntülere dönerlerdi.

Fidanları ilk yıllarda üç beş tane meyve ile yetindiler. Hepsi de çok olgun, iri ve tatlı meyveler verdi. Çakaleriği cinsindi erik fidanı nerdeyse silme ikiz meyve verriyor, dalda kaldıkça sarımtırak bir renk alıyor bal küpüne dönüyordu.

Şubat 28, 2009

Erik Ağacı  

Adam, pencereden dışarı baktığında, bahçelerindeki erik ağacının üstünde küçük bir çocuk gördü. Meyveler henüz bir leblebi kadardı ama, hiç bir çocuk buna aldırmıyordu.

Bu yüzden de bir takım önlemler düşünmüş, bahçesiyle yolu ayıran taş duvar üstüne, dikenli tel çekmişti. Dış kapı üstüne de, büyük büyük harflerle: "Dikkat köpek var!." diye yazdırmıştı.

Adam bunlara rağmen, haylazlara engel olamıyordu. Bu çocuk da nasıl yapmışsa yapmış, bu tellere rağmen ağaca tırmanmıştı. Üstelik de son derece rahat görünüyordu.

Adam, önce camdan seslenmeyi düşündü. Fakat hemen vazgeçti. Çünkü çocuk, gözlerini ağaca dikmiş, âdeta dünyayla ilgisini kesmişti. Adam, bundan yararlanıp dışarı çıktı ve sessiz adımlarla ağaca yanaşarak:

— İn bakalım aşağıya!. diye gürledi. İn de kulaklarını dibinden keseyim!.

Çocuk, ancak yedi sekiz yaşlarındaydı. Bu yüzden de korkmuştu. Hem de çok fazlasıyla.

— U...U!.. deyip bir şeyler geveledi, başını titreterek:

Adam, biraz daha sinirlenmişti. Artistliğe hiç mi hiç tahammülü yoktu. Bu velet de kendisini kurtarmak için, kesinlikle numara yapıyordu. Anlaşılan, iyi bir ders gerekecekti. Ağacın dibinde duran bahçe süpürgesini, küçüğün ayaklarına doğru fırlattı. Süpürge tam hedefini bulmuştu. Çocuğun acıyla kasılan yüzü, birkaç damla göz yaşıyla ıslandı. Bütün bunlara rağmen:

— U...U!.. dedi bir daha, tek eliyle ağacın üstünü gösterip.

Uçurtması ağaca takılmıştı ufaklığın. Bunun için uğraşıp duruyordu.

Adam, biraz geriye çekilince, uçurtmayı fark etti. Elbette ki yaptığı korkunç hatayı da.

— Senin erik koparttığını sandım!. dedi. Bir sürü çocuk geliyor her gün buraya, üstelik de dalları kırıyorlar.

Çocuk, kekeme idi. Bu yüzden de konuşmakta zorlanıyordu. Uçurtmasını almaktan her nedense vazgeçip, sessizce indi taş duvar üstüne. Daha sonra, yine güçlükle konuşarak:

— Bahçemizde bu ağaçtan iki tane var!. dedi. Ama babam, çocukların kalbini kırmaktansa, dalların kırılmasına razı oluyor.