İnsanın evrendeki konumu nedir? (kısaca)



Sagot :

evrene baktığımızda canlı ve cansız olmak üzere değişik varlık türlerinin olduğunu görürüz. Bunlar; insanlar, hayvanlar, bitkiler, taşlar, dağlar, denizler, dünya, ay, güneş, yıldızlar ve gezegenlerdir. Sonsuz kâinatta yer alan varlık türleri sadece bunlarla sınırlı olmayıp, bu varlık türlerinin dışında bir de gözle görülmeyen ancak tahayyül edilebilen ve var olduklarına inanılan varlıklar da bulunmaktadır. Melek, cin, ruh gibi.

Evrene baktığımızda canlı ve cansız olmak üzere değişik varlık türlerinin olduğunu görürüz. Bunlar; insanlar, hayvanlar, bitkiler, taşlar, dağlar, denizler, dünya, ay, güneş, yıldızlar ve gezegenlerdir. Sonsuz kâinatta yer alan varlık türleri sadece bunlarla sınırlı olmayıp, bu varlık türlerinin dışında bir de gözle görülmeyen ancak tahayyül edilebilen ve var olduklarına inanılan varlıklar da bulunmaktadır. Melek, cin, ruh gibi.

Bütün varlıkların kendilerine ait özellikleri ve bu özelliklere bağlı olarak da onlara verilen görevler vardır. Güneşin ısı ve ışık kaynağı olmasının, ona evreni ısıtma ve aydınlatma görevini getirmesi örneğinde olduğu gibi, varlıkların taşıdıkları özellikler aynı zamanda onlara yüklenilen görevlerin de temelini oluşturur. Bu bağlamda düşünüldüğünde insan; kendisine akıl ve irade gibi diğer varlık türlerinde bulunmayan olağan üstü hasletlerin verildiği ve bunun sonucunda ontolojik olarak, anlama sorgulama ve değerlendirme gibi üstün özelliklerle donatılan bir varlıktır. Bu özellikler insana özgü olup, beraberinde insana bazı görev ve sorumluluklar getirmiştir. “Gerçekten biz, insanı en güzel şekilde yarattık” ayetinde ifade edildiği gibi insan; “yaratılış amacının gerektirdiği fonksiyonlara tekabül eden bütün olumlu maddî ve zihinsel vasıflar ile donatılmış olarak, insanın dış görüntüsü(dış formu) ve insan kişiliği (nefs) dâhil olmak üzere, "yaratılış amacına uygun şekilde" var edilmiştir. O halde insanın, kendisine, “yaratılışımın bir amacı olmalı mı? Varlık olarak taşıdığım şu özellikler bana niçin verildi? Ben niçin yaratıldım?” gibi bazı sorular sorması gerekir. İsterseniz şimdi bu sorulara Kur’an perspektifinde cevap aramaya çalışalım.

Kur’an-ı Kerimde, Allah Teala “Gerçekten biz insanı… sadece kulluk etsin diye yarattık” buyurarak, insanın yeryüzünde bulunmasının sebebini belirtmektedir. İnsana akıl ve iradenin (olay, olgu veya eşya arasında tercih yapabilme özgürlüğünün) verilmiş olması, bu görev için, yani yeryüzünde var olma sebebinin oluşturduğu kulluk görevi için şarttır. Başka bir ifadeyle kişinin Allah katında sorumlu bir varlık olması yani mükellef olması için akıl ve iradesini kullanabilmesi gerekir. Bu sebeple insanoğlunun, yaratılışından getirdiği akıl ve irade, insana bu dünyada bulunmasının amacını da ortaya koymakta böylece kişiyi evrendeki varlıklar arasında hem kendisinden hem de evrenden sorumlu bir varlık haline getirmektedir. Evreni yönetme, evrene sahip olma güdüsünün insan fıtratında bulunuyor olması, insanoğlunun evreni ne şekilde yöneteceği konusunda da, aklın ve iradenin rehberliğini gerektirir. Yüce Allah insana, insanın yaşadığı evrende ona verdiği üstün özellikler sayesinde evrene nasıl hükmedeceğini de bildirdi. Allah Teala, insanlar arasından seçtiği peygamberler aracılığıyla insanlara mesajını ulaştırarak, aklın vahye göre şekillenmesi ve vahyin akla rehberlik etmesini istedi. Allah Teala, insanı yaratırken meleklere: “Ben yeryüzünde kendime bir halife yaratacağım”(Bakara 30) sözü ile insanın yeryüzünde kendi mülkünün (el-Mülkü lillah) emanetçisi olduğunu, insanın kendisinin de bir parçası olduğu evreni, akıl ve bilgi(vahiy) ile Allah’ın istediği şekilde yönetmesi gerektiğini belirtmektedir. Böylece değişik maddî ve zihinsel vasıflarla yaratılmış olan insan, hem kendisini hem de evreni, bütün varlıkların yaratıcısı olan Allah Teala’nın ilkeleri doğrultusunda şekillendirerek, dünyadaki yaşamını tamamlayacaktı. Bu minval üzere hayata bakıldığında, hayatın anlamlı olması veya anlam taşıması, söz konusu bu ilkelere (vahiy) uyum ile doğrudan orantılıdır. Çünkü kâmil insanın (olgun mümin) kişiliğinin oluşumunda bu ilkeler belirleyicidir. Hayat, bu ilkelerle ne kadar uyumlu ise, o kadar anlamlı ve güzeldir. İnanan insanın, hayata bakışının temelini bu ilkeler belirler. İslam inancında; mal, mülk, evlat, kazançlar, hayat hatta ölüm deneme aracından başka bir şey değildir. Bunu daha net anlamak için şu ayetlere bakmak yeterlidir.

“Hanginizin en iyi şekilde iş işlediğini belirtmek için, ölümü ve hayatı yaratan O dur.” (Mülk 2)

“Her can ölümü tadacaktır. Bir imtihan olarak size iyilik ve kötülük veririz. Sonra da bize dönersiniz.” (Enbiya 35)

“Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız bir imtihandır” (Teğabun 15)

“And olsun ki mallarınız ve canlarınızla sınanacaksınız” (Ali İmran 186)

“Ey insanlar! Sizi Bana yaklaştıracak olan ne mallarınız ve ne de çocuklarınızdır; yalnız, inanıp yararlı iş işleyen kimselerin, işte onların yaptıklarına karşılık mükâfatları kat kattır; işte onlar, yüksek derecelerde, güven içindedirler.” (Sebe 37)

Özet olarak insan, dış görüntüsü(dış formu) ve insanî kişiliği (nefs) dâhil olmak üzere, "yaratılış amacına uygun şekilde" var edilmiştir. İnsanoğlunun yeryüzüne gönderilmiş amacı, Yüce Allah’a kulluk etmektir. Allah’ın dilediği şekilde bir hayat sürmek için, arzu ve isteklerini onun rızası çerçevesinde şekillendirerek, evren ve içindeki her şeyin bir deneme aracı olduğunu bilip, Allah’ın, ona yüklediği sorumluluğunun bilincinde ilahi buyruklara (vahye) râm olmaktır. Böyle bir kaygı ile hayata hatta ölüme bakarak, vaat edilen cennete erişebilmektir. KISALTMAAR YAPABİLİRSİN