yakın çağda uluslararası ilişkinin tarihsel gelişimi



Sagot :

İlk Çağlarda Uluslar arası İlişkiler

    (Uluslar arası ilişkilerin hanedanlararası ilişkilerden uluslar arası ilişkilere geçişi simgeleyen 1789 Fransız Devrimi ile başladığını iddia ediyor.)     Site-devletleri modern dönem uluslar arası ilişkiler, rekabet içinde bir arada yaşama niteliği, siyaset teorisinin, klasik düşünürleri Plato ve Aristo dahil uluslar arası ilişkilerle ilgilenen, beklide tek yazar olan Thucydides.     Siyaset teorisinin kurucularından Plato ve Aristo’da da Plato ünlü ütopyası Republic (Devlet) kitabında “ideal” devletin nasıl olması gerektiği üzerine kafa yorarken, Aristo klasik eseri Politics’de “en iyi” devleti bulmaya çalışıyordu.     Thucydides’in Peloponezya Savaşı tarihi de Uluslar arası İlişkiler teorisinin ilk klasiği “güçlüler yapacaklarını yaparlar ve zayıflar katlanmaları gerekene katlanırlar.”     Eski Roma ve Yunan Düşünürlerinin ana uğraş alanı devletin harici münasebetlerinden ziyade, dahili yapısı, fonksiyonu, gücü ve vatandaşla olan ilişkileri olmuştur.     Stoacıların baştan düzenlenmiş kozmik bir site olan dünya kavramı Romalılar tarafından benimsendi. Roma İmparatorluğu bu kozmik sitenin pratikteki görünümü olarak algılandı. Stoacıların tek ve bütün bir birim olan dünya kavramı, Romalılar tarafından benimsendikten sonra İmparatorluk dahilinde ve haricinde yaşayan toplulukların ilişkilerini düzenleyen bir uluslar arası hukuk kavramına dönüştürüldü. Romalıların konsepsiyonun da imparatorluğun hükümdarlık kapsamı dışındaki bölgeler normal ilişki kurulacak birimler değil, ,tehdit ya da ganimet oluşturan topluluklar olarak görülmüştür.     Orta Çağlarda Uluslar arası İlişkiler     Ortaçağ Avrupası’nda kendi nüfuz alanlarında hükümdarlıklarını ilan eden ama emperyal otoriteyi de tanıyan, sayısız otorite birimleri vardır. Ortaçağın emperyal sistemi iki-başlı bir nitelik arzediyordu: Bir yanda imparator diğer yanda daha baskın olan Papa, tek ve bütün bir Hıristiyan Ülkesi’nin.     Hıristiyan doktrininin kurucularından Saint Augustine’e göre kuşatıcı bir ülke vardır: Tanrı Ülkesi barış ve huzuru temsil ederken, Yeryüzü kargaşa ve mutsuzluklar ülkesidir. Bu iki dünya devamlı savaş halindedir. Saint Augustin’e göre insanlık ortak merkezli dört daire şeklinde organize olmuştur.     “Hıristiyan Ülkesi”, “Hıristiyan olmayanların ülkesi”. Hıristiyan olmayanlar Tanrı Ülkesi’nden dışlandı. Bunun sonucu uluslar arası ilişkilerin iki birimi arasında bir savaş haline indirgenmesidir. Hıristiyan olmayanlar normal ilişki kurulacak topluluklar olarak algılanmadı.     Pratikteki bu çoğulculuğa rağmen, Hıristiyan doktrininde olduğu gibi, İslam düşüncesinde de tek ve kapsayıcı bir birim üzerinde yoğunlaşılarak, çoğul birimlerin ilişkileri üzerinde durulmasıdır.     Cihad; İslam davasını her yerde ve her türlü ortamda yayma çabasıdır. Dar ul-İslam; Müslümanların özgür ve güvenli şeklide, gayrimüslimlerin hakimiyeti altında olmadan, yaşadıkları topraklar demektir. Dar ul-Harb: Dar ul-İslam’ın tersidir, Müslüman olmayan ve Müslümanların özgürlük ve emniyetine tehdit oluşturan gayrimüslim toprakları. Dar ul-Sulh; Müslümanların barış yaptıkları, gayrimüslimlerle sulh içinde bulundukları topraklar demektir. İslam’ın her ne kadar Dar ul-İslam ve Dar ul- Harb kavramları ile Hıristiyanlıkta olduğu gibi bir dışlayıcılık öğesi taşıyorsa da, Dar ül-Sulh kavramı ile daha fazla evrensellik ve kapsayıcılık niteliğine sahip olduğu söylenebilir. (İslam’ın Hıristiyanlığa göre daha kapsayıcı olduğu görüşü için, bkz. Parkinson, a.g.e., dipnot 9, s 19). Ebu Süleyman’a göre, İslam’ın Uluslar arası İlişkiler teorisi; gerektiğinde savaşı meşru gören ama temel olarak barışı amaçlayan adalet ve işbirliği prensiplerine dayanan bir kuramdır.     Modern Çağ ve Uluslar arası İlişkiler     Machiavelli’nin modern siyaset teorisine en büyük katkısının politikanın sekülerleşerek kamusal ve özel moralite alanlarının kesin olarak ayrılmasında ve teşkilatlanmış ve egemen bir güç olan modern devlet tanımının yerleşmesinde olduğu söylenir.     Politikanın sekülerleşerek kamusal ve özel molarite alanlarının ayrılması ve devlet ve siyasetin kişiler arası ahlak kurallarından soyutlanıp salt politikanın gereklerine göre değerlendirilmesi sonucunu doğurmuştur.     Bir devlet uzun süre kendi halinde ve barış içinde kalamaz. Machiavelli uluslar arası ilişkilerin, devletlerarası ilişkilerin ötesine geçebileceğinin de farkındaydı. Machiavelli sonraları Wolffi Vattel, Hume ve Gentz gibi düşünürlerin özellikle üzerinde durdukları güç dengesi kavramının da kapısını aralıyordu. Uluslar arası ilişkiler karşılıklı bağımlılık ve müteakibiliyet esasına dayalı bir sistem olarak tanımlanıyordu. (Wight’ın üç “R” ile ifade ettiği –Realizm, Rasyonalizm, Radikalizm- gruplamasının modern dönem yazarlarının tümünü temsil edip etmediği tartışılabilir.)

 (Uluslar arası ilişkilerin hanedanlararası ilişkilerden uluslar arası ilişkilere geçişi simgeleyen 1789 Fransız Devrimi ile başladığını iddia ediyor.)     Site-devletleri modern dönem uluslar arası ilişkiler, rekabet içinde bir arada yaşama niteliği, siyaset teorisinin, klasik düşünürleri Plato ve Aristo dahil uluslar arası ilişkilerle ilgilenen, beklide tek yazar olan Thucydides.     Siyaset teorisinin kurucularından Plato ve Aristo’da da Plato ünlü ütopyası Republic (Devlet) kitabında “ideal” devletin nasıl olması gerektiği üzerine kafa yorarken, Aristo klasik eseri Politics’de “en iyi” devleti bulmaya çalışıyordu.     Thucydides’in Peloponezya Savaşı tarihi de Uluslar arası İlişkiler teorisinin ilk klasiği “güçlüler yapacaklarını yaparlar ve zayıflar katlanmaları gerekene katlanırlar.”     Eski Roma ve Yunan Düşünürlerinin ana uğraş alanı devletin harici münasebetlerinden ziyade, dahili yapısı, fonksiyonu, gücü ve vatandaşla olan ilişkileri olmuştur.     Stoacıların baştan düzenlenmiş kozmik bir site olan dünya kavramı Romalılar tarafından benimsendi. Roma İmparatorluğu bu kozmik sitenin pratikteki görünümü olarak algılandı. Stoacıların tek ve bütün bir birim olan dünya kavramı, Romalılar tarafından benimsendikten sonra İmparatorluk dahilinde ve haricinde yaşayan toplulukların ilişkilerini düzenleyen bir uluslar arası hukuk kavramına dönüştürüldü. Romalıların konsepsiyonun da imparatorluğun hükümdarlık kapsamı dışındaki bölgeler normal ilişki kurulacak birimler değil, ,tehdit ya da ganimet oluşturan topluluklar olarak görülmüştür.     Orta Çağlarda Uluslar arası İlişkiler     Ortaçağ Avrupası’nda kendi nüfuz alanlarında hükümdarlıklarını ilan eden ama emperyal otoriteyi de tanıyan, sayısız otorite birimleri vardır. Ortaçağın emperyal sistemi iki-başlı bir nitelik arzediyordu: Bir yanda imparator diğer yanda daha baskın olan Papa, tek ve bütün bir Hıristiyan Ülkesi’nin.     Hıristiyan doktrininin kurucularından Saint Augustine’e göre kuşatıcı bir ülke vardır: Tanrı Ülkesi barış ve huzuru temsil ederken, Yeryüzü kargaşa ve mutsuzluklar ülkesidir. Bu iki dünya devamlı savaş halindedir. Saint Augustin’e göre insanlık ortak merkezli dört daire şeklinde organize olmuştur.     “Hıristiyan Ülkesi”, “Hıristiyan olmayanların ülkesi”. Hıristiyan olmayanlar Tanrı Ülkesi’nden dışlandı. Bunun sonucu uluslar arası ilişkilerin iki birimi arasında bir savaş haline indirgenmesidir. Hıristiyan olmayanlar normal ilişki kurulacak topluluklar olarak algılanmadı.     Pratikteki bu çoğulculuğa rağmen, Hıristiyan doktrininde olduğu gibi, İslam düşüncesinde de tek ve kapsayıcı bir birim üzerinde yoğunlaşılarak, çoğul birimlerin ilişkileri üzerinde durulmasıdır.     Cihad; İslam davasını her yerde ve her türlü ortamda yayma çabasıdır. Dar ul-İslam; Müslümanların özgür ve güvenli şeklide, gayrimüslimlerin hakimiyeti altında olmadan, yaşadıkları topraklar demektir. Dar ul-Harb: Dar ul-İslam’ın tersidir, Müslüman olmayan ve Müslümanların özgürlük ve emniyetine tehdit oluşturan gayrimüslim toprakları. Dar ul-Sulh; Müslümanların barış yaptıkları, gayrimüslimlerle sulh içinde bulundukları topraklar demektir. İslam’ın her ne kadar Dar ul-İslam ve Dar ul- Harb kavramları ile Hıristiyanlıkta olduğu gibi bir dışlayıcılık öğesi taşıyorsa da, Dar ül-Sulh kavramı ile daha fazla evrensellik ve kapsayıcılık niteliğine sahip olduğu söylenebilir. (İslam’ın Hıristiyanlığa göre daha kapsayıcı olduğu görüşü için, bkz. Parkinson, a.g.e., dipnot 9, s 19). Ebu Süleyman’a göre, İslam’ın Uluslar arası İlişkiler teorisi; gerektiğinde savaşı meşru gören ama temel olarak barışı amaçlayan adalet ve işbirliği prensiplerine dayanan bir kuramdır.     Modern Çağ ve Uluslar arası İlişkiler     Machiavelli’nin modern siyaset teorisine en büyük katkısının politikanın sekülerleşerek kamusal ve özel moralite alanlarının kesin olarak ayrılmasında ve teşkilatlanmış ve egemen bir güç olan modern devlet tanımının yerleşmesinde olduğu söylenir.     Politikanın sekülerleşerek kamusal ve özel molarite alanlarının ayrılması ve devlet ve siyasetin kişiler arası ahlak kurallarından soyutlanıp salt politikanın gereklerine göre değerlendirilmesi sonucunu doğurmuştur.     Bir devlet uzun süre kendi halinde ve barış içinde kalamaz. Machiavelli uluslar arası ilişkilerin, devletlerarası ilişkilerin ötesine geçebileceğinin de farkındaydı. Machiavelli sonraları Wolffi Vattel, Hume ve Gentz gibi düşünürlerin özellikle üzerinde durdukları güç dengesi kavramının da kapısını aralıyordu. Uluslar arası ilişkiler karşılıklı bağımlılık ve müteakibiliyet esasına dayalı bir sistem olarak tanımlanıyordu. (Wight’ın üç “R” ile ifade ettiği –Realizm, Rasyonalizm, Radikalizm- gruplamasının modern dönem yazarlarının tümünü temsil edip etmediği tartışılabilir.)