cumhuriyetin ilk yıllarındaki sosyal ortam ve ülkemizin içinde bulunduğu tarihi gerçeklerle ilgili konuşma metni lütfen çooook acil.



Sagot :

CUMHURİYET’İN İLK YILLARINDAKİ DURUM

Fransız inkılâbının mahsulü olan cumhuriyet fikri, Türkiye’de Osmanlı Devleti’nin yıkılışıyla birlikte kurulan yeni devletin hükûmet şekli olarak ancak 1923 yılında benimsenmiştir. Cumhuriyetin ilânı sürecine gelinceye kadar Osmanlı toplumunun yenileşme döneminden geçtiği de hatırlanırsa Cumhuriyetin ilânı meselesini sâdece 1923 yılı Ekim ayında aniden ortaya çıkmış bir sosyo-kültürel hareket olarak değerlendirmemek gerekir. Cumhuriyetin ilânına giden yolda Osmanlı toplumunun özellikle Meşrutiyet devrinden itibaren gerek sosyal hayatında gerekse hukukî yapısında gerçekleştirdiği yenileşme hareketlerindeki dönüm noktaları unutulmamalıdır.
Cumhuriyete giden yol...
Osmanlı Devleti’nde, hükümranlık haklarının Osmanlı toplumu lehine çok cüz’î ölçüde de olsa sınırlandırılması yolundaki ilk teşebbüs Ayanlar’ın Osmanlı Padişahı ile akdettiği Sened-i İttifak’tır. Bu sözleşme ile bir takım siyasî hakların elde edilmesi ve yönetimin ilk defa zayıf da olsa sınırlandırılması mümkün olabilmiştir. 1839 yılında ilân edilen Tanzimat Fermanı ile ilk kez Osmanlı padişahının yetkileri üzerinde kanun gücünün varlığı kabul ediliyordu. Bu özelliği ile Tanzimat, hukuken bağlayıcı olup, padişahın yetkilerini sınırlamaktaydı. Ancak bu ferman anayasalı bir hareket özelliğine sahip olmayıp tek taraflı bir irade beyanından başka bir şey değildi. Tanzimat Fermanı, mutlak yetkilere sahip bir devlet başkanını dünyevî ve beşerî mânâda müeyyidesiz de olsa kendi isteği ile yetkilerini sınırlayan ve kanun üstünlüğünü ortaya çıkaran bir belge olarak demokratik gelişmelerin başlangıcı sayılabilir. Bununla birlikte aydınlarımız Tanzimat dönemini siyasî rejim bakımından mutlakıyetle millî hâkimiyet rejimi arasında bir intikal devresi olduğunu da ifâde etmektedirler. 
1876 yılına gelindiğinde gerçekleştirilen I.Meşrutiyet’in ilânı, anayasalı yeni bir sistemin ortaya çıkmasını sağlamış, bu tarihten itibaren Türk siyasî hayatında anayasalı dönem başlamıştır. Bu gelişme cumhuriyete giden yolda önemli bir aşama olarak kabul edilebilir. Bu önemli gelişmeye rağmen I.Meşrutiyet Anayasası devlet şeklini monarşi dışına taşıyamamıştır. Saltanat yine babadan oğula intikal etmiş ve yine bazı müesseselere tayin padişah tarafından yapılmıştır. Hâkimiyet bu anayasaya göre millete değil, Osmanlı soyuna aitti. Ancak bilindiği gibi Osmanlı’nın devlet telâkkisinde hâkimiyetin kaynağı Tanrı’dır. Ortaya çıkan mevcut bu yeni duruma rağmen 1876 Anayasası ile Osmanlı Devleti’nin dinî telâkkilere dayalı bir devlet olma vasfını kaybettiği söylenemez. Bütün bu gelişmeler sonrasında Meşrutiyet anayasalarının Batı’lı mânâda anlam kazandıramadığı “Millî Hâkimiyet” kavramı; siyasî hayatımıza ancak Atatürk ile birlikte girmiştir.

Haberin Devamı: http://www.rehberim.net/forum/ataturk-kosesi-490/62386-cumhuriyetin-ilk-yillarindaki-durum.html#ixzz2DiOVxu2r

Fransız inkılâbının mahsulü olan cumhuriyet fikri, Türkiye’de Osmanlı Devleti’nin yıkılışıyla birlikte kurulan yeni devletin hükûmet şekli olarak ancak 1923 yılında benimsenmiştir. Cumhuriyetin ilânı sürecine gelinceye kadar Osmanlı toplumunun yenileşme döneminden geçtiği de hatırlanırsa Cumhuriyetin ilânı meselesini sâdece 1923 yılı Ekim ayında aniden ortaya çıkmış bir sosyo-kültürel hareket olarak değerlendirmemek gerekir. Cumhuriyetin ilânına giden yolda Osmanlı toplumunun özellikle Meşrutiyet devrinden itibaren gerek sosyal hayatında gerekse hukukî yapısında gerçekleştirdiği yenileşme hareketlerindeki dönüm noktaları unutulmamalıdır.
Cumhuriyete giden yol...
Osmanlı Devleti’nde, hükümranlık haklarının Osmanlı toplumu lehine çok cüz’î ölçüde de olsa sınırlandırılması yolundaki ilk teşebbüs Ayanlar’ın Osmanlı Padişahı ile akdettiği Sened-i İttifak’tır. Bu sözleşme ile bir takım siyasî hakların elde edilmesi ve yönetimin ilk defa zayıf da olsa sınırlandırılması mümkün olabilmiştir. 1839 yılında ilân edilen Tanzimat Fermanı ile ilk kez Osmanlı padişahının yetkileri üzerinde kanun gücünün varlığı kabul ediliyordu. Bu özelliği ile Tanzimat, hukuken bağlayıcı olup, padişahın yetkilerini sınırlamaktaydı. Ancak bu ferman anayasalı bir hareket özelliğine sahip olmayıp tek taraflı bir irade beyanından başka bir şey değildi. Tanzimat Fermanı, mutlak yetkilere sahip bir devlet başkanını dünyevî ve beşerî mânâda müeyyidesiz de olsa kendi isteği ile yetkilerini sınırlayan ve kanun üstünlüğünü ortaya çıkaran bir belge olarak demokratik gelişmelerin başlangıcı sayılabilir. Bununla birlikte aydınlarımız Tanzimat dönemini siyasî rejim bakımından mutlakıyetle millî hâkimiyet rejimi arasında bir intikal devresi olduğunu da ifâde etmektedirler. 
1876 yılına gelindiğinde gerçekleştirilen I.Meşrutiyet’in ilânı, anayasalı yeni bir sistemin ortaya çıkmasını sağlamış, bu tarihten itibaren Türk siyasî hayatında anayasalı dönem başlamıştır. Bu gelişme cumhuriyete giden yolda önemli bir aşama olarak kabul edilebilir. Bu önemli gelişmeye rağmen I.Meşrutiyet Anayasası devlet şeklini monarşi dışına taşıyamamıştır. Saltanat yine babadan oğula intikal etmiş ve yine bazı müesseselere tayin padişah tarafından yapılmıştır. Hâkimiyet bu anayasaya göre millete değil, Osmanlı soyuna aitti. Ancak bilindiği gibi Osmanlı’nın devlet telâkkisinde hâkimiyetin kaynağı Tanrı’dır. Ortaya çıkan mevcut bu yeni duruma rağmen 1876 Anayasası ile Osmanlı Devleti’nin dinî telâkkilere dayalı bir devlet olma vasfını kaybettiği söylenemez. Bütün bu gelişmeler sonrasında Meşrutiyet anayasalarının Batı’lı mânâda anlam kazandıramadığı “Millî Hâkimiyet” kavramı; siyasî hayatımıza ancak Atatürk ile birlikte girmiştir.