komşuluk ilişkileri hakkında kısa ve mantıklı bir öykü yada hikaye :)



Sagot :

Komşu tabiri, birbirine bitişik veya yakın yerlerde yaşayanlar için kullanılır. Komşu olmanın doğurduğu birtakım hak ve görevlerin yanı sıra bunların sağlandığı bir ilişkiler düzeni bulunmaktadır. Bunlara genel olarak komşuluk veya komşuluk ilişkileri denilir.

Komşuluk ilişkileri özellikle köy ve kasaba gibi küçük yerleşim bölgelerinde sosyal dayanışma açısından önemli olduğu gibi, ailelerin huzur ve güven içinde yaşamaları açısından da önemlidir. İyi komşuluk ilişkileri mutluluk ve sevincin paylaşılmasında, sıkıntı ve kederin göğüslenmesinde ayrı bir öneme sahip olduğundan fert ve ailelere toplum içinde destek olur. Dolayısıyla sosyal bünyeyi güçlendirir. Kötü komşuluk ilişkileri de sürekli rahatsızlık, güvensizlik ve yalnızlık hissi uyandırır. Kültürümüzdeki süzülmüş bir anlayışın ifadesi olan, "Ev alma, komşu al" özdeyişi, komşuluk ilişkilerinin her iki yönü açısından da son derece isabetli bir tesbiti dile getirmektedir. Yine dilimizdeki "Komşu komşunun külüne muhtaçtır", "Komşuda pişer, bize de düşer" gibi özdeyişler ve sık gelip gitmeleri anlatmak üzere, "komşu kapısına çevirmek" ve benzeri deyimler, komşuluk ilişkilerinin anlamını ve boyutlarını göstermek bakımından önemlidir.

Sosyal dayanışma ve yardımlaşma açısından insana aileden sonra en yakın sosyal çevreyi komşular teşkil ettiği içindir ki, gerek Kur'an ve gerekse hadislerde komşuluk ilişkilerine titizlikle değinilmiştir. Bir âyette ana baba ve yakın akrabalardan sonra, yakın ve uzak komşuya iyilik etmek, iyi davranmak tavsiye edilmektedir (en-Nisâ 4/36). Peygamberimiz komşuluk hakları konusunda kendisine yapılan sıkı tavsiyeleri anlatmak ve komşuluk hukukuna dikkat çekmek maksadıyla, "Cebrâil bana komşu hakları konusunda öyle hükümler getirdi ki, bu gidişle her halde komşu komşuya vâris kılınır diye düşündüm" (Buhârî, "Edeb", 123) demiştir. Peygamberimiz'in, "Komşusu elinden, dilinden emin olmayan kişi mümin sayılmaz" (Buhârî, "Edeb", 29) sözü, komşuluk ilişkisinin önemini ve ne kadar hassas bir konu olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Yine Resûlullah'ın "Allah'a ve âhiret gününe inanan kimse komşusuna ikramda bulunsun" (Buhârî, "Edeb", 31) gibi sözleri de bu bağlamda değerlendirilebilir.
 

Merhaba,

Yazarı Gül Güleryüz olan bir hikayeyi paylaşıyorum seninle... Henüz bir yerde yayınlanmayan bu hikayeyi kısaltarak yaralanabilirsin.

Belgin bir yandan eşyaları toparlıyor bir yandan da ağlıyordu. Kızı, on dört yaşındaki Elif okuldan dönmeden bu toparlanma işini bitirmek istiyordu. Elif, otizmli bir çocuktu. Artık bir genç kızdı demek daha doğru olurdu tabii. Ne çok seviyorlardı kızlarını kocası Yusuf'la. Ama bu sevgi bile onları birarada tutmaya yetmemişti. Yıllardır sürdürdükleri çaba onları çok yormuştu ve bir gün Yusuf, gecenin üçünde eve sarhoş bir halde gelip artık başkasını sevdiğini ve onunla bir hayat kurmak istediğini söylemişti.

Belgin, bir yandan bardakları kağıtlara sarıp koliye doldururken geçmişi düşünüyordu. Elif iki yaşındaydı teşhis konduğunda. Gerçi o, kızı daha bir yaşındayken bir şeylerden şüphelenmiş ama kocası, evham yapmakla, çocuklarına hastalık yakıştırmakla kendisini suçladığı için durumun üzerine gitmemişti. Bu, biraz da gerçekle yüzleşme korkusundandı galiba. Elif çok zor bir çocukluk geçirmedi aslında. Hem anneannesinin şefkatli bakımı hem de öğretmenlerinin desteğiyle sevgi dolu, uyumlu bir çocuk olmuştu. Zaman zaman yaşanan öfke patlamalarını, öğrenme güçlüğünü saymazsak tabii.

Kocası, başkasını sevdiğini açıkladıktan birkaç saat sonra bir valizle evi terk etmişti. İşte o zaman başladı Elif'teki huysuzluklar. Sürekli bağırmaya, eline geçirdiği her şeyi atmaya ve hatta kendine zarar vermeye başladı. Bu bağırmaları komşuları rahatsız ediyordu artık. Sekiz katlı apartmanın dördüncü katında oturuyorlardı. Elif'in gece ikilere kadar süren çığlıkları tüm apartman sakinlerinin onlara düşman olmasına yol açmıştı. Defalarca kapılarına gelip şikayette bulunuyorlar, azarlıyorlar, tehdit ediyorlardı. Ama Belgin'in elinden de bir şey gelmiyordu ki. Kızını psikoloğa götürüyor, öğretmenlerin tavsiyelerine uyuyor ama engel olamıyordu kızının bağırmalarına. Kocasından, kızıyla daha fazla zaman geçirmesini, en azından haftada iki akşamını onlara ayırmasını rica etmişti ama Yusuf Bey, birlikte yaşadığı sevgilisi üzülüyor diye bunu kabul etmemişti. Zaten kısa bir süre içinde boşanma işlemleri gerçekleşti ve hepten çıktı hayatlarından Elif'in babası.

Komşular artık gelip geçerken laf atıyorlar, hakaret ediyorlardı ana-kıza. Belgin her sabah işe giderken kızını da okuluna bırakıyordu. Işte bu arada yemedikleri laf kalmıyordu komşulardan. Pencerelerden sarkan anlayışsız kadınlar, pis bıyıklarını uzata uzata gözlerini belerten adamlar korkutuyordu artık Belgin'i. Bir akşam kapıları çalındı. İki adam ve iki kadındı gelen. Karı-koca oldukları anlaşılan bu tipler ellerindeki dilekçeyi ve altındaki imzaları göstererek:

"Evden ayrılmanız için imza topladık. Eğer kendi isteğinizle taşınmazsanız dava açacağız hakkınızda. Biz artık bıktık usandık sizden" dediler.

Bir avukatla da görüştüklerini bildiren bu iki çift, biraz da tehdit cümleleri kurup çekip gittiler.

Artık buradan taşınmaları gerekiyordu. Evet taşınacaklardı taşınmasına ama aynı sorun yeni evlerinde de devam edecekti. Sürekli bir yerden bir yere taşınamazlardı ya. Eski kocasını arayıp yardım istemişti bir ümit, ama gene geri çevirmişti Yusuf onu. İş arkadaşlarının desteğiyle bir ev tuttular ve işte artık taşınacaklardı.

Yeni evlerinde de sürdü aynı huzursuzluğu Elif'in. Hatta biraz daha arttı. Değişikliğe uyum sağlamak zor geliyordu ona. Cuma akşamı annesine bırakıyordu kızını Nilgün. Pazar sabahına kadar orada kalıyordu Elif. Pazar günü hep birlikte annesinde kahvaltı yapıyorlar, kızını da alıp eve dönüyordu. Bir nebze olsun dinlenmiş oluyordu bu arada.

Taşınalı iki hafta olmuştu. İşte yine bir pazar günü kızını annesinden almış eve gelirken bir yandan da yapılacak işleri düşünüyordu Belgin. Ütü vardı, kızını yıkaması gerekiyordu. Akşama ne pişirmeliydi? Bu düşüncelerle eve vardılar. Merdivenleri çıkarken kapılarının önünde bir kalabalık fark ettiler. Dört- beş kadın zillerine basıyordu. "Eyvah" dedi içinden Belgin. "Burada da başladık bakalım"

"Buyrun, ne istemiştiniz?" diye korkulu korkulu sordu kadınlara Nilgün.

"Size, hoş geldiniz demek istemiştik" dedi, kadınların kızıl saçlı olanı.

Ellerinde pastalar börekler vardı. Nilgün bunları fark edince kavgaya gelmediklerini anlayıp derin bir nefes aldı. Anahtarını çıkardı. Kapıyı açtı. İçeriye davet etti kadınları. Elif de keyiflenmiş gülüp duruyordu. Çaylar demlendi, yiyecekler tabaklara kondu. Kıvırcık saçlı, çıtı pıtı bir kadın olan Zehra Hanım, "Hadi bir yandan yiyelim bir yandan da düşündüklerimizi anlatalım Nilgün'e" dedi.

Düşündükleri şuydu: Bu beş kadın Belgin'e yardım edecekti. Böylece Belgin'in kendine ve kızına ayıracağı zaman artacaktı. Fatma Hanım, perşembe akşamları Elif'le kalabileceğini söyledi. Çünkü perşembeleri kocası arkadaşlarıyla zaman geçiriyordu. Çocukları da artık büyüyüp kendi düzenlerini kurdukları için, bu çok kolay olacaktı Fatma Hanım için. Pazartesi akşamları Naile Teyze onları yemeğe alacaktı. O gün yemek telaşları olmayacaktı. Zehra Hanım'a çarşamba günleri yardımcı geliyordu ev temizliği için, haftalık ütüsünü yardımcısı üstlenebilirdi. Emekli öğretmen olan Gülay Hanım ise salı akşamları evine davet ediyordu Elif'i. Saime, henüz yeni evliydi. Ev işleriyle de pek arası yoktu ama o da haftada bir gün Belgin'in yapacağı alış-veriş listesine göre alınacak her şeyi alabileceğini söyledi.

Kadınlar, tabaklarındakileri yerken bir yandan da bunları anlatıyorlardı iştahla. Tabii bu kadarla da kalmıyacaktı. Toplaşacaklar, eğlenecekler, birlikte gezmeye gideceklerdi. Elif kadınları çok sevmişti. Bir birinin, bir öbürünün yanına gidiyor, hayranlıkla konuşulanları dinliyordu. O da farkındaydı, güzel şeyler olacaktı artık.

Belgin, hor görülmeye o kadar alışmıştı ki yıllardır, bu davranış karşısında ne yapacağını bilemedi. Önce tek tek sarıldı hepsine sonra da koltuğa yığıldı ve hüngür hüngür ağladı. Yıllardır böyle ağlamamıştı. Kocası gittiğinde bile...

*Komşu sözcüğü konmak kelimesinin işteşi olan "konışmak" sözcüğünden türemiştir.

Konşı; karşılıklı veya yakın oturan kimse (Uygurca)